- 1.06.2012 00:00
Yasin Doğan (evet ta kendisi) Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde bir anketin sonuçlarını yorumladı. Doğan’ın meramının özeti şu cümlesiydi:
“Anlaşılan medya gündemindeki sert polemikler halkın gerçek gündemini yansıtmıyor ve hükümetin algısını değiştirmiyor.”
Yazıdaki “hükümet algısına” yorulan başlıklar üzerine de konuşulabilir kuşkusuz. Ama benim gözüme batan, Doğan’ın bu anketten yola çıkarak ulaştığı “operasyonlara tam destek” savının alt metnindeki “açık çek” oldu.
Zira, mesela bir garip toplumsal uzlaşı adına, Ergenekon ve Balyoz sanıkları için yapılması planlanan CMK 250’deki “operasyona” dair ciddi kaygılar işitiyorum.
Bu yüzden, gerek Doğan’a gerekse anketin “sunulduklarına” katkı olur diye “operasyonlara” dair gözlemlediğim başka bir algıdan ve “sahiplerinden” bahsetmek istiyorum.
Öncelikle, AK Parti evreni iki eksen olarak algılanıyor.
Biri, Ergenekon ve Balyoz davaları gibi demokratikleşme davalarında sergilediği kararlılığın yanı sıra 19 Mayıs törenleri vs. düzenlemelerle darbe rejimiyle muhasebeye girişen politik yönü; siyasi reformculuğu.
Diğeriyse mirasından önemli ölçüde yararlandığı, partinin gündelik yaşam pratikleri açısından muhafazakârlığı; ahlakı.
Elbette, tıpkı Marksist terminolojideki “altyapı- üstyapı” tartışmaları gibi, bunları keskin sınırlarla birbirinden ayırmak çok da mümkün değil. Birbirlerine etkiyorlar.
Ancak ikisi arasındaki korelâsyonu abartırsanız da afallayıp kalmanız işten bile değil. Bu sefer de AK Parti’yi DP ya da ANAP’tan ayıran niteliğinin yanı sıra demokratikleşme sürecinin üzerindeki küresel etkiyi, konjonktürü anlamanız zorlaşıyor.
Dahası ortodoks solun ve Cumhuriyet’in elitlerinin AK Parti’yi tanımlarken düştükleri indirgemecilik kapanına yakalanmanız da an meselesi.
Bu iki eksenli partinin destekçilerini de genel olarak iki kesim halinde ele almak mümkün.
AK Parti’nin seçmen sosyolojisinin çoğunlukla bu iki ekseni de kabul edenlerden oluştuğu açık. Ama onlar daha ziyade dindar yaşam tarzlarının bekası için partinin siyaseten reformculuğunu destekliyorlar.
Diğer grupta ise, AK Parti’ye verdikleri “fikrî” desteğin ve oyun, partinin gündelik yaşam pratikleriyle kendisini açık eden muhafazakâr yönüyle alakası olmayan genişçe bir kesim var.
AK Parti’nin kemik tabanından ayrılan bu insanlar arasında huzur ve azıcık refah isteyen, siyasetle alakası bile olmayan (benim annem onlardan) insanlar çoğunlukta. Seküler cemaatlerinin cenderesinden sıyrılmış solcu Türkler ve Kürtler, liberaller, demokratlar, vs. de bu cephede tabii ki.
Ancak, Başbakan Erdoğan ve hükümetin bazı kurmayları, 12 Eylül referandumunun ardından “çıkar, AK Parti ‘müptelası’ olamayanların oyunu yüzde 58’den, kalır mı sana...” şeklindeki bakkal hesaplarından etkilendiler.
Reform sürecinin meşruiyetine katkıları, kelle sayılarının katbekat üstündeki olan bu kesimlere, söylemlerine ve taleplerine yangında il feda edilecek dolap muamelesi yaptılar. Bu özgüvenle de milliyetçi söylemin dozunu arttırıp, demokratikleşme ve reform sürecinin vitesini hissedilir derecede küçülttüler.
Şimdi de “daha eşit” birtakım darbe davası sanıklarına “güzellik” peşindeler. CMK’yı falan düzenlendikleri konuşuluyor.
Doğru, bence de uzun tutukluluklar kanayan yara.
Cezaevlerindeki onbinlerce nüfussuzu, gazeteci, akademisyen, ve asker olmayan kimsesizi kapsayan bir iyileştirme her zaman talebimiz.
Ama sözkonusu düzenlemenin asıl muhatabı yine onlar değil ki.
Ayrıca, vesayetin, halen askerî ve sivil bürokrasideki konumlarını koruyan unsurlarıyla, “rövanş için gün saydığı” bir ortamda, muktedir olduk sanrısıyla ya da dereyi görmeden başkanlık için paçayı sıvama planlarıyla soyundukları ittifaklara karnımız tok.
Neyle hesaplaştık, kiminle yüzleştik, ne zaman özeleştiri verildi? O halde bu neyin “barışı?”
Peki ya, “es”e hemen “pes” diyenler, demokratları, kürtaj vs. üzerinden AK Parti’nin takdir edilesi politik reformlarını değersizleştirmeye çalışan “yeminli düşmanlarıyla” bir kefeye koymaları neyin nesi?
Üstelik yalnızca bizi değil tabanlarındaki pek çok demokrat dindarı da.
Hata yapıyorlar.
Demokratların desteği AK Parti’nin dönüşüm sürecindeki politikaları olduğu için şimdi de dertleri bu perspektiften geri adım anlamına gelen hamleleri. Suni gündemler umurlarında değil.
Kürtaj vs. karşıtlarına kızıp, reform battaniyesini tutuşturmaya heves edenlere, “Tezgâha ne koysak gider nasılsa” diyenlere, geleceği çıkarsadıkları “düne” ve mantıklarına bir daha dönüp bakmalarını öneririm.
Tıpkı toplum mühendisi “kurucu rasyonalistlerin” içine düştüğü “historisizm” batağı gibi, geçmişte kendilerine verilen reform desteğini, geri dönülemez bir “toplumsal sözleşme” gibi okumayı bırakmalılar.
Evet, ne dönülmez akşamın ufkundayız ne de parmağımızda katolik nikâhımızın nişanı alyans var. Ama henüz yarı yoldayken, reform sürecinin ardından “bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” demek de istemiyoruz.
Çünkü demokrasinin bu ülkede bir daha geri döndürülemez şekilde kurumsallaşması için “dost kalmayı” öğrenmemiz şart.
melihaltinok@gmail.com
Yorum Yap