Yazın doların yükselişe geçtiği günlerde Türkiye'nin tatil beldeleri dolup taşıyordu.
Yerli turist akınıyla lağımları patlayan belediyelerin "Gelmeyin" çağrılarına şahit olduk.
Bodrum'da, 3-4 bin TL'den aşağı çıkmayacağınız balık lokantalarının önündeki kuyrukları anlatıp "bu nasıl kriz" diye sorduğumuzda "insanlar son kez tatilyapıyorlar" diyorlardı.
Dün büyük bir alışveriş mağazasında o "son bir kez" tatil yaptıkları söylenenleri gördüm. Bu kez de "son alışverişlerini" yapıyor olmalıydılar. Kasalardaki yığılmayı anlatamam!
Evet, "ekonomik kriz" dediğiniz şey, var mı yok mu, geldi mi, bu o mu, diyetartışılacak bir heyula değil. Geldiğinde, bir fil gibi, üzerinize oturduğundamutlaka hissedeceğiniz somut bir vaka.
Askerlerin market kapılarında dikilip insanları beşer beşer içeri aldığı, birüründen iki tane almanın yasak olduğu Venezüella'da olduğu gibi varlığını hiç gizlemeyen bir olgu.
Dolayısıyla yaşadığımız ülkenin birer ortağı olduğumuz ekonomisiyle ilgili gerçekleri söylemekle felaket tellallığı yapmak arasında bir fark var. Çünkü "kriz" varlığı tartışılmasa da varlığını tartışılmaya borçlu olan bir nesne.
Peki, bir insan niye felaket tellallığı yapar?
Muhaliftir, iktidarın yönetemediği iddiasına zemin bulmuştur, anlarız.
Aldığı maaşla zaten zar zor geçinen asgari ücretli, dar gelirli vatandaşın yerden göğe kadar haklı olduğu yakınmalar da zaten bu sınıfa sokulamaz.
Geriye bir ihtimal kalıyor, o da krizden kârlı çıkması. O nasıl mı oluyor? Sanırım şöyle:
Dolar türbülansının ilk günlerinde "Rahip Brunson konusunda yanlış yapıldı. Bırakılsaydı bunlar olmazdı" diyen bir tanıdığım Erdoğan'ın ABD ziyareti sırasında aradı.
Yine telaşlıydı. "Galiba papazı bırakacaklar" dedi. Ve benden yardım istercesine ekledi:
"Bırakamazlar değil mi?"
"İyi ya, istediğin olur, niye panikledin" dedim.
Cevabı kısa oldu, "6.30'dan dolara girdim de..."
Papaz her zaman pilav yemez demedim tabii. Üzüntüsü ona yeterdi.
Yorum Yap