- 9.12.2011 00:00
Geçen salı, Hopa’da ölen Metin Lokumcu için düzenlenen protestolara katılan ve tutuklanan öğrencilere destek için bir yazı yazdım.
Sabah gazeteye geldiğimde interneti açınca bir baktım ki ortalık yıkılıyor. Küfürler, akla ziyan çıkarsamalar gırla gidiyor.
Yo Metin Lokumcu’dan bahsetmeme ya da “anarşik” gençleri desteklememe kızan “bildiğimiz” faşistler değildi hoplayanlar.
Enerjilerini Hopa olaylarının kamuoyunda hatırlanmasına vakfeden ve bu olaydan bahsetmeyenleri “yandaş” olarak lanetleyen solcumsular var ya, işte onlardı kızanlar. Tabii her zamanki gibi aralarında, artık Taraf’a ve yazarlarına saldırmak için uyandıklarına enikonu inandığımız zavallılar da vardı.
Kimi rahat klavyesi başında cezaevindeki mağdurlar için söz alıp “size mi kaldı devrimcileri desteklemek” diye haykırıyordu.
Çoğunluğu ise yazımda tutuklu öğrencileri sayarken yanlışlıkla Metin Hoca’nın adına yer vermiş olmamı eleştiriyordu.
Evet, hata yapmıştım. Artık dikkatsizlik mi dersiniz, yoksa yazarken aklımda Metin Lokumcu olduğu için yazıda yanlışlıkla Metin Hoca’nın da adına yer vermeme neden olan bir lapsus mu, neticede hataydı işte. Twitter’da da hatam için özür diledim.
Ama ne olmuştu da savundukları bir konuda kendilerine destek veren bir yazara, fahiş sayılabilecek bir hatasından ötürü gençlerin tutuklanmasını savunan devletlûlardan esirgedikleri kinlerini kusuyorlardı?
Nasıl, bu hatayı daha fazla okunmak amacıyla reklam mevzuuna getirecek kadar alçalıyorlardı.
Metin Lokumcu’yu tanımadığımı “bile” iddia edebilecek yüzü nereden buluyorlardı? Lokumcu’yu kaybettiğimizde tv programlarında ve yazılarımda, Vali’nin ve Emniyet Müdürü’nün görevden alınmasını istediğim halde sırf Başbakan’ın istifa etmesi saçmalığını dillendirmediğim için beni devlet ağzıyla konuşmakla itham edenler yine kendileri değil miydi?
“Teknik” dedikleri halde hatamı, gazetedeki “fikrî şeflerime” (Belge saygı duyduğum bir isimdir ancak ne şefimdir ne pirim) ya da “orta sınıf” ailemden (anne duyuyor musun) sirayet eden özlemlerimle ilişkilendiren makaleleri ise mizahçılara havale ediyorum. Ama peki şu yorumun muhatabı hangi meslek sınıfıdır Allah aşkına, bir bakın.
“Size göre Lokumcu, Ankara’da tutuklanan öğrenciler kadar suçlu bir kişi. Yanlış falan yok, düşmanlıkta eşitleme var!”
Çıkarsamasıyla, Eco’nun yıllardır dalga geçtiği “post hoc, ergo ante hoc” (bundan sonra, demek ki bunun nedeni) ilkesiyle tescilli Rönesans hermentiklerini bile kıskandıran tapınak şövalyesi bu arkadaş şunu diyor özetle:
Destek verdiğinizi söyleseniz de, tutuklu öğrencilerle Lokumcu’nun adını yanlışlıkla olsa bir arada zikretmeniz, onun da “suçlu” olduğuna dair bilinçaltınızın ve politik tutumuzun bir yansımasıdır.
Vay arkadaş, ne diyeyim. Hay bedavadan psikanalizine kuvvet, dedenin aşırı yorumuna da rahmet!
Konuşmacı kürsüye çıkarken sendelediği için kıkırdamak, konuşmasının içeriğini de bunun üzerinden değerlendirmek gibi ahmakça bir şey bu. Ama fazlasıyla “kötülük” içermediği anlamına da gelmiyor.
Bahsettiğim kişisel bir mağduriyet hikâyesi de değil. Bırakın Taraf yazarlarını, okurlarının bile maruz kaldığı akla ziyan kuşatmanın karakteristik bir örneği olduğu için üzerinde duruyorum.
Çünkü Ahmet Altan’ın, Yasemin Çongar üzerinden Taraf’ı yıpratmak üzere hazırlanan sahte maillerinAydınlık’ta ele geçirilmesi üzerine söylediği gibi “Sahte mailden, sahte dürüstlüğe kadar her şeyin sahtesi mebzul miktarda dolaşıyor çevremizde”.
Yine Altan’ın dediği gibi, “Allahtan bu ülkede kötülüğe eşdeğer bir zekâ yok” ama yine de bu ahmakça linç kampanyasına dikkat çekmek zorundayız. Zira “Eğer öyle bir zekâ olsaydı, bu kötülük potansiyeli bizi mahvederdi”. Buradaki “biz”in, şeffaflık, adalet, özgürlük ve refah isteyen Türkiyelilerin büyük çoğunluğu, kısacası reform süreci olduğunu hatırlatmamıza gerek yok sanırım.
Hakikaten, sahte mailler yayımlansaydı kaç tane solcumsu bu iddianın ahmaklığını sorgulamadan “Yaaa, bakın Başbakan’dan mail yoluyla talimat alıyorlarmış” diye üstüne atlayacaktı bir düşünün.
Son yıllardaki yaşan yarılmada solun büyük kesiminin tuttuğu safın yegâne ideolojik dayanağı işte anlattığım bu örnekteki gibi kolektif bir delilikten başkası değil.
Gelecek nesiller, darbecilerin, statükocuların yani işkencecilerin gazeteleri ve internet siteleri bürolarında üretilen akla ziyan komploları, dedikodularını konuşacaklar.
Tarih, müzmin muhalifliğin esrikliğiyle, “çevredekilerin” yani kendilerinin yanında saf tutan dostlarına karşı bunları kullanmakta gözünü bile kırpmayan, solcumsuların sefaletini farelerin kemirici eleştirisine de bırakmayacak kuşkusuz.
Bu linçten sakınmak, cemaatin çirkin ördek yavrusu ilan ettiklerinden sayılmamak için kırk dereden su getirip karnından konuşan ve yiğidin hakkını veremeyen dilsiz şeytanları da elbette.
O güne dek demokratlara en çok lazım olan şeyse, alçakça bel atı vuruşlara ve bu kolektif deliliğe karşı durmalarını, gün gibi ortada olan gerçekleri bıkmadan usanmadan tekrar edebilmelerini sağlayacak sabır.
Ya sabır.
melihaltinok@gmail.com
Yorum Yap