- 8.03.2013 00:00
Kendilerini olmasa da “türlerini” eskiden beri tanırız. Aklımızda, 1999 yılında Öcalan’ın yakalanmasının ertesi ve daha ertesi günlerinde Viyana mimarisinden bahsetmeleriyle yer etmişlerdir.
Ama saflar netleşince, hangi pozisyonun ne gibi getirileri ve götürüleri olduğu anlaşılınca topa girmişlerdir, haklarını yemeyelim.
Babıâli’nin dehlizlerinde ve İstanbul sivil toplum dukalığında kedi gibi, kenarlara sürtmeden, acıtmadan ve bilenmeden yürüme üstadıdırlar.
Lafı çevirme, tonla yazıp, konuşup net bir önermede bulunmama konusunda merkezin siyasetçileri bile ellerine su dökemez.
Bilip de susmanın ne büyük bir ayıp ve suç olduğunu duymuşlardır elbette. Ama kalkanları ellerindedir. Onlar, kuşkusuz ki, ortamı germek istemedikleri için açık konuşmamaktadırlar. Hem, netlikten kim kazanmıştır değil mi efe’m?
Zaten “kişilere değil olgulara bakmak lazımdır”. Son zamanlarda Olgu adının yaygınlaşmasıyla, Google’da taramalar yapıp “Aman kimseye çakmış olmayalım” telaşına düştükleri de söylenmektedir.
PKK dört genç kızı mı öldürdü? Olayın üzerinden makul bir zaman geçtikten sonra kınarlar tabii ki. Ama elbette “olayı”. Ve mutlaka devletin 90’larda bölgedeki zulmünü de ekleyerek.
Tıpkı bir “namus cinayetinin” ardından katili değil töreyi eleştiren ve iki adım sonra da kurbanın hafifmeşrepliğinden dem vuran izansızlar gibi. Hem mevzu politiktir nasılsa, kimse bu analojiye başvurmaz.
Uludere’de devletin uçakları sivilleri mi bombaladı? Önce bir durur bakarlar.
Katliamın üzerinden onca ay geçtikten sonra sade suya tirit bir rapor yazan Meclis’in ancak bir adım önündedirler. Ortada battaniyeye sarılmış çocuk ölüleri olduğu hâlde, varabildikleri en radikal nokta“duygusal kopuş” tahlilleridir.
Herkes başlarını okşar. Akşam yatağa başlarını koyduklarında günün muhasebesine kimlerin kendilerine “kızmadığını” hesaplayarak başlarlar.
Evet, hiç düşmanları yoktur, zira bir şey söylemişlerdir.
Şimdiki yumakları Öcalan
İmralı ile müzakerelerin başladığının kamuoyuna açıklanmasının üzerinden aylar aylar geçtikten sonra sadedin ancak mücavir alanına teşrif ettiler.
Atı alan suikastları, provokasyonları, sabotajları geçmişken, varabildikleri yer, risk alıp barışı tesis edenlerin ve destek verenlerin dilinin yapı çözümü.
Bir gün, barışın karşısına maksimalist taleplerle çıkanlara ya da kamuoyunu infiale sürüklemeye çalışanlara hükümetin verdiği “siyaseten” yanıtları yerden yere vuruyorlar.
Ertesi gün de İmralı zabıtlarını faş eden sabotajcıların savunmasına soyunup, “ne kadar da hayırlı bir işe vesile” olduklarını anlatıyorlar.
Şimdi ise tek sorunları, İmralı’da BDP’lilerle yaptığı konuşma kamuoyuna yansıyan Öcalan’a dair eleştiriler.
Öcalan’ı değil barışı parlatın
Kendileri “hükümetin Kürtleri imhaya hazırlandığı” türünden yükselen dalgada sörf yaparken ya da “ellinci CHP’den umutluyuz” oratoryosunu bestelerken, biz tüm linçe rağmen bugünkü barış sürecinin işaretlerini yazıyorduk bu köşelerde.
Dolayısıyla, bugün son gelişmeler ışığında Öcalan’a yönelik birkaç eleştirimizin nereye“oturtulamayacağına” dair söz söylemeye hakkımız var sanırım.
Evet, nasıl zabıtların sızdırılmasını, “çaycıdır” ya da “kedidir kedi” hikâyelerine kulak asmadan, barış sürecini akamete uğratacak bir girişim olduğu için eleştirmek hakkımızsa, Öcalan’ı da son nutku üzerinden konuşabiliriz.
Zira onun yaptığı da az provokatif değil hani.
MİT görevlilerinin olduğu bir odada, söylediklerinin illaki gündeme düşeceğini bile bile gayrı Müslimlerden başlayıp cemaate kadar ayar vereceksin. Çözüm sürecini üstelenen hükümeti, tabanı ve kamuoyu nezdinde zor duruma sokacak laflar edeceksin.
“Meraklanmayın gerillanın çekildiği alanı boş bırakmayacağız” diyeceksin. Sürecin adını, İmralı’dan ve Kandil’den komutan kaçırma operası koyacaksın.
Ama çözüm sürecine ilk ve en açık desteği sunmuş kalemler seni adabınca bile eleştiremeyecek.
Kusura bakmasınlar. Barış sürecine destek vermenin, sabotaj girişimlerinin ya da komplocu, hedef gösterici ve megalomanca açıklamaların failleri, müzakere aktörlerinin içinde diye sessiz kalmak olduğunu düşünmüyorum.
Barışı destekleyenlerin ödevi, tarafların prestiji uğruna süreci akamete uğratacak girişimlerini, söylemlerini sineye çekmek değil, bir daha tekrar etmesinler diye onları açıkça eleştirmektir.
Toprağın bol olsun Chávez
Kimin onun arkasından hangi amaçla, ne diye ağıt yaktığı beni ilgilendirmiyor. İcraatlarının yanlışlığını da herkes kadar biliyorum. Ancak tüm bunlar Chávez’i renkli ve sempatik bir adam olarak anmama engel değil.
melihaltinok@gmail.com
Yorum Yap