Boş Konuşmak İmtiyazı

  • 10.05.2013 00:00

 Toplum veya toplumsal gelişmeler hakkında yapılan konuşmaların arkasında yaptırıcı bir gücü olan siyasi bir iktidar yoksa, bu konuşmalar çoğu kez amaçsız boş konuşmalar olmaya mahkumdur. Arkasında siyasi bir iktidarın olmadığı konuşmalar özellikle doğrudan siyasi mücadelede her zaman önemli bir rol oynayan konsept oluşumlarına hizmet etmiyorsa tamamen boş yere yapılıyor.

Siyasi mücadele yoluyla toplumu değiştirme (iyileştirme) mücadelesine katılma potansiyeline sahip bireyin veya kesimin ne zaman ne yönde hareket edeceğini kimse önceden bilemez. Bilinen tek şey şudur: Birey hareketin yönünü, biçimini ve zamanını seçerken sosyal dünyayı algılamak üzere beyninin içinde geliştirdiği soyut modelleri veya konseptlerikullanıyor. Soyut modeller ve konseptler kararların oluşumunda çok önemli bir rol oynuyor.

Türkiye’de medyada ve siyasi arenada inanılmaz sayıda hiçbir toplumsal fonksiyonu olmayan boş konuşmalar yapılıyor. Sayısız televizyon kanalında yapılan sayısız boş konuşmaya, sayısız köşe yazarının yaptığı sayısız boş konuşmayı da eklemek gerekir. TBMM’de yapılan boş konuşmaları da unutmamalıyız. Bilhassa muhalefet partilerinin konuşmaları tamamen boş konuşmalardır.

Konuşmacıların sağcı veya solcu olmaları vb. önemli değil, iktidar partisinin baş konuşmacısından başka herkes boş konuşmalar yapıyor.  Tayyip Erdoğan’ın elinde ise güç vardır ve bu nedenle söylediklerini yapma kudretine sahiptir. Onun konuşmaları (Mahalle kabadayılarına özgü babalanmaları hariç) çoğunlukla boş konuşmalar sayılmaz.

Son 15 yılda konuşmacılar arasından yalnızca politik İslamcılar başarılı oldular. Seçmen kitlesi sadece onları dinliyor. Toplam oyların %60’ını kazanmak üzereler. AKP’nin dışında herkes boş konuşuyor. Tıpkı Kılıçdaroğlu gibi. Ne konuşmalarında bir anlam ne de zatı muhteremleri dinleyenler var.

Medyada ve siyaset alanında yapılan on binlerce boş konuşmanın entelektüel ve pratik hiçbir değeri, topluma bir yararı, toplumsal ilerlemeye bir katkısı yoktur. Buna rağmen, konuşmacılar konuşmaya devam ediyorlar. Hatta konuşmacıların önemli bir kesimine bu boş konuşmaları sürekli bir biçimde yapmaları için maaş ödeniyor. Bir düşünün, binlerce insan ömrünü entelektüel ve pratik hiçbir değeri olmayan boş konuşmalar uğruna heba ediyor.Bu şahısların mesleği boş konuşmalar yapmaktır.

81 il ve 957 ilçedeki yerel gazeteleri, küçük yerel gazetelerin bile en az 10 tane köşe yazarının olduğunu hesaba kattığımızda  on binlerce insanın ömrünü kendisine, yakın çevresine ve topluma hiçbir yararı olmayan boş konuşmalar yapmakla geçirdiğini söyleyebiliriz. Toplumu değiştirmeye/iyileştirmeye  yol açacak olan etkin bir siyasi mücadelede kullanılmak özere konsept oluşturmayı hedeflemeyen boş konuşmalar insanın ömrünü yararsız bir biçimde tüketmesi anlamına gelir.

Bilgi çağındayız ve küresel bilgi çağında perspektifi, niteliği, kalitesi  ne olursa olsun bir konuşma yapılır yapılmaz bir ülkenin sınırları dahilinde kalmıyor. Öncelikle belirli birülkenin halkı tarafından ilgi gösterileceği umulan boş konuşmaların sayısında exponential bir artış gözleniyor. 

Bu yalın gerçeği bilmesine rağmen insanoğlu ciddiye alınacağı, bir farklılık yaratacağı umuduyla boş konuşmaya devam ediyor.

05.05.2013 tarihinde yukarıdaki başlık altında bu konuyu ele alan bir yazı yazmaya çalışıyorkengazetelerde uzun bir süredir ALS hastası olan Suna Kıraç’ın resmi gözüme ilişti.  Gazetelerdeki resminin yakın zamanda çekilmiş bir resim olup olmadığını merak ettim. Çünkü Suna Hanım resimde çok sağlıklı gözüküyordu. Maalesef resim eski bir resimmiş, hanımefendinin tahmin ettiğim tekerlekli sandalyedeki son halini gösterir resmini görünce ister istemez kendi kendime yüksek sesle “İştebeni bekleyen parlak gelecek” dedim.

Suna Hanım konuşma yeteneğini yitirdiği, vücudunu hiç hareket ettiremediği halde gözleriyle bir kitap yazmış. Gösterilen dirayete, azme büyük bir saygı duydum.

Aniden insanoğlunun vücudunu hiç hareket ettiremiyorken bile konuşabiliyor olmasının kendi başına ne kadar büyük bir imtiyaz olduğunu fark ettim. Söz konusu haberi okumadan önce yazmaya karar verdiğim ve ilk birkaç paragrafını yazdığım makalenin planını ve içeriğini kafamda hemen değiştirdim. Boş konuşmalar yapan aktörlere karşı daha bir hoşgörülü olmaya başladım. Kendime karşı da şüphesiz.

23.03.2013 tarihinden itibaren klavyeyi tek elle kullanarak yazdığım yazılarla  62’si“yerel” ve 95’i“ulusal” olmak üzere toplam 157 yazarı olan Düzce Yerel Haber gazetesi web sitesine katıldım. Boş konuşmalar yapma alışkanlığımdan bir türlü vazgeçemiyorum demek ki. Belki de sırf hâlâ konuşabildiğimi göstermek için yapıyorum bunu.

Öte yandan, fiziki dünyada kurulu toplumların sübjektif ontolojisi sosyal gerçeklerinhareketliliğini, devinimini birbirini izleyen ayrık ünitelere bölerek ölçenkavramsal bir ölçüm teknolojisi yaratmayı olanaksız kılıyor. Son yıllar da kompleks sistem yaklaşımları çerçevesinde yapılan araştırmalar umut veriyor olsa da,intuitivedeğerlendirmelerin bir türlü sonu gelmiyor. Dahası, bilimin bu alanında işin içine çok sayıda çıkar giriyor, çıkarlar ahlaki değerleri ve sonuçta bilimi zedeliyor ve iletişimi zorlaştırıyor.

Yerkürenin iç içe geçen büyük ekolojik, biyolojik ve sosyal sorunlarının gerçek ağırlığı karşısında aslında tüm ulusal politikaların ve tartışmaların önemsiz olduğunu söyleyebiliriz. Büyük ölçekli sanayi üretimi, aşırı tüketim, aşırı nüfus artışı, petrol kaynaklarının tükenmeye başlaması, doğanın onarılmaz bir biçimde tahrip edilmesi vb. gibi büyük sorunlarını görmezlikten gelen her türlü politik tartışma anlamsızdır. Bu nedenle Burak gibineşvesinden dolayı biraz serkeşçe hareket eden AKP’nin toplumu nereye götürdüğünü, ne yaptığını tek başına tartışmak da lüzumsuz gözüküyor.

Sosyal dünyayı bilimsel olarak kavramak entelektüel olarak zor olmasa da,bu bana çok pahalıya patladı. Uzun yıllar basit bir ideolojinin bilimsel bir teori olduğuna inandım. Sonra mainstreamakademiyanında çağdaş sosyal bilimler adına absürt konuşmalar yapmakla yetindiğini fark ettim. Bundan 12-13 yıl önce 9-10 soruyu içeren bir metin hazırlayarak onu Hollanda’nın en çok tanınan sosyal bilimcilerine gönderdim. Aldığım cevaplar olağanüstüydü:Her şeyden önce sorularımla herkesi irrite etmiştim. “Size ayrılmış araştırma alanında saniye, metre, kilogram cinsinden ifade edilebilecek kaç kantitatif değişken buldunuz?” sorusuna bir cevap veren olmamıştı. Bir ideoloji olan neo-klasizmin ekonomi bilimi olarak okutulmasını, “bilim adamı yetiştiriyoruz” diye üçkağıtçı yetiştirilmesini kimse sorgulama gereğini duymuyordu. “Ekonomi biliminin textbooklarında oluşumu, canlı varlıkları destekleme tarihi, yörüngesi, atmosferi, uzaydaki yeri, hacmi, ağırlığı, çapı, bileşenleri iyi bilinen yerkürenin neden sırf sonsuz exponential ekonomik büyümenin hatırı için sonsuz büyüklükteki bir cisim gibi gösterildiği” soruma kimse tenezzül edip bir cevap vermemişti.

“Sosyoloji bilim ise  sosyolojinin neden fizik gibi, yani klasik mekanik gibi bir textbooku yok?” seklindeki soruma ünlü bir sosyoloji profesörü “Olur mu var, iki arkadaşımla birlikte falanca tarihte klasik mekaniğin textbookundan daha kalın mavi kapaklı 714 sayfalı bir kitap yazdık” diye cevap vermişti. “Biz o kitabı birinci sınıfta okumuştuk, onun içinde kavram tarifler, formula vb. gibi şeyler yok. Sosyolojinin birbiriyle çelişen spekülatif topal teorilerinin gereksizliklerini ve suyunu kafanıza göre alarak vehypothetico-deductive modeli kullanarak bir teste tabi tutmuşsunuz. Hiçbir teori testinizden sağlam çıkmamış. Dönüp öğrencilere diyorsunuz ki, ‘Karamsar olmayın ve daha iyi bir teori bulmadan sakın eski teorileri atmayın.’ Bunun neresi textbook?”

Adam adeta çıldırdı, bu sefer de beni küstah eski bir öğrencisi sandı. Abartılı, samimiyetsiz bir saygıyı ifade eden hitaplarla beni kendince alaya aldı. En sonunda ben de patladım: “Hadi be oradan! Fizik alanında bu gibi soruları soracak kadar bir zekaya sahip olsaydım bana departmandan hemen bir randevu verirlerdi, hatta kim bilir belki beni alması için özel bir uçak bile gönderirlerdi. Sizin bu kızgınlığınız departmanınızın parlak olmayan genel durumunu ve tartışmamızın gerçek entelektüel çapını ortaya koyuyor. StanislavAndreski doğru söylüyor, sosyal bilimlerle mediocre akademisyenler ilgileniyor.”

Her zaman böyle açık sözlü olmadım şüphesiz. Haftalık olarak sunmam gereken makalelerde bilim felsefesi hocasının elektronları çıplak gözle gözleme imkansızlığıyla sosyal gerçekleri doğrudan (çıplak gözle) görme ve ölçme imkansızlığını aynılaştıran (Halbuki kendi kendine işaret edip duran sosyal gerçeklerin bir objesi yok ki! Deney tüpüne ne koyacağız?) makalesinden alıntılar yaptım. Hocamız bundan fevkalade memnun kaldı. “Bilim felsefesinde kullanılan bu yanlış argüman öne sürülmedenönce herhangi bir sosyal gerçeği (demokrasi, öğretmenlik, futbol oyunu, başbakanlık, evlilik vb.) incelemek üzere J.J. Thomson’unelektronun keşfiyle sonuçlanan 1897 yılında yaptığı deneye benzer bir deney yapıldı mı  acaba?” diye sorsaydım, başıma neyin geleceği belli olmazdı.

“Pretentious” olmaya hiç gerek yok, mediocre da olsalar Batılı sosyal bilimcilerle yarışmak zordur. En şarki konularda bile sana söz hakkı tanımazlar. Kimi Nilüfer Göle’yi bulur Kemalist modernizmin uzmanı olur, kimi Baytar Nuri’yi okur Dersim uzmanı olur.

Öte yandan, bir Fransız psikoanalistiolan Jacques Lacan yıllarca bu toplumlarla az alay etmedi. Lacan’ın 1970’li yıllarda verdiği bir konferansın videosunu izledim “Ha Jacques Lacan, ha Cinci Hoca!” dedim.

Alayın en  feci olanını ise heykelleri dikilen filozof Sir Karl Popper etti.Viyana Çevresi (WienerKreis)olarak bilinen filozoflar tarafından  ciddiye alınmayınca “logicalpozitivism”e savaş açtı. Onu öldürmekle övünürken gerçekte indüksiyonu kelime oyunlarıyla ve milleti aptal yerine koyarak  falsificationism yapmış ve nefret ettiği RudolfCarnap’ı tahtından etmişti.

Karl Poppereleştirel rasyonalizm veya şahsına ait yeni bilim felsefesi adına tüm bilimsel teorilerin statüsünü öylesine edilmiş laflar statüsüne indirdi. En önemlisi de meşhur deneme-yanılma yoluyla çözüme ulaşma fikri ve siyah kuğu da dahil pek çok temel cephaneyiAuschwitz’te ölen hocası OttoSelz’den almıştı. Ömrü boyunca dürüstlük, özellikle entelektüel dürüstlük üzerine konuşup duran Sir Karl Popper eserlerinde bir kez olsun OttoSelz’den bahsetmedi. Ölmeden önce kişisel arşivini araştırmacılara açmak yerine imha etmeyi tercih etti.

OttoSelz’in siyah kuğusunu çalan Karl Popper’ın bilim felsefesini bugün kimse ciddiye almıyor artık.

Boş konuşuyorum. Bedenim beni mutlak sessizliğe mahkum etmediği sürece boş konuşmaya devam edeceğim galiba.  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Ad Soyad Giriniz...
    Ad Soyad Giriniz...
    22.05.2012 17:59

    greehgregrggggggggggggggggggggggggggggggggggggg,,fffffffffff

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums