- 25.11.2019 00:00
Yazıya attığım başlığı kadim dostum Mehmet Altan’dan yürüttüm.
Ben aslında bu hafta ki yazımı Gazeteci Çiğdem Toker’in Tekin yayın evinden yeni çıkan ve raflarda yerini alan “Kamu İhalelerinde Olağan İşler” adlı kitabını tanıtıp hem de Akp’nin 17 yıllık iktidar sürecinde kamu ihaleleri üzerinden kendi zenginini nasıl yarattığını, kimlere peşkeş çekildiğini anlatan kitabı yazacaktım, bitiremediğim için bir sonra ki yazıya kaldı kitabı tanıtmak ve yorum yapmam. Kitap bir belgesel gibi.
Ekonomik kriz öyle bir boyuta ulaşmış durumda ki ülkeyi yöneten Muktedir ve tayfası söylediklerine kendileri bile inanmıyor, nasıl inansınlar çarşı-pazar rakamları bunların yalanlarını ifşa ediyor.
Sarayın damadı ekonomiyi olumsuz gösteren ekonomistleri teröriste benzetmiş, toplumdan gelen tepkiler üzerine; ekonomiyi kötü gösterenler hakkında hukuki işlem yapılacak, yanlış anlaşıldı diye bakanlık düzeltme yaptı.
Bizim siyasi geleneğimizde devletin pek çok kurumuna güven duyulmazdı ama; şu dört kurum üzerinde eleştiri olurdu ama, ayyuka çıkan şaibeler dönmezdi..
Bunun birisi: Yüksek Seçim Kurulu(YSK) bu kurul altmış yıllık itibarını sıfırlandı.
İkincisi: Türkiye İstatistik kurumu(TÜİK)’in talimatla rakamlarla oynaması kamuoyunda hiç bir inandırıcılığı kalmadı.
Üçüncüsü: Öğrenci seçme ve yerleştirme Merkezi ÖSYM’de sınav sorularının çalınması bu kuruma olan güveni sarstı.
Dördüncüsü: Yargı hiç bir zaman bağımsız ve tarafsız olmadı ama;2016 Temmuz darbe kalkışmasından sonra OHAL ilan ile yapılan sivil darbe sonucu bu kadar da yanlı olmamıştı, buna askeri darbeler dönemi de dahil, insanlar hiç bir zaman yargıdan umudunu kesmemişti.
OHAL ilanı ile Muktedir yargıyı kendine bağladıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin(AYM) nin verdiği kararları muktedir beğenmediğinde, AYM’nin kararlarına yerel mahkemeler direnişe geçmiş, bunun en somut örneğini ALTAN kardeşler davasında gördük.
Bunları Hatırlattıktan sonra biz konumuza dönelim.
Siz hiç en küçük belde de dahi belediye başkanlığı yapmış, milletvekili olmuş bir kişinin fakirleştiğini gördünüz mü? Bülent Ecevit örnek gösterilir ama istisnalar kaideleri bozmaz.
Vatandaş fakirleşirken siyasetçi nasıl zenginleşiyor?
Sistemi değiştirmediğimiz sürece, bu hep böyle gidecek lafla peynir gemisi yürümüyor.
Recep Tayyip Erdoğan 1994 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçildikten sonra mazbatasını almış, siyasi geleneğimizde olmayan olumlu bir çıkışla koltuğuna oturmadan basınla bir toplantı düzenler ve kameraların karşısına geçip parmağından çıkarttığı alyansı göstererek: ”Benim sermayem bu ,eğer bir gün Recep Tayyip Erdoğan zengin olursa bilin ki haram yemiştir.”
Böyle başladı ama şimdi dolar milyarderi oldu.
Ülkenin en zengin iş adamlarından Rahmi Koç 2010 yılında yanılmıyorsam; Erdoğan’ın bir Milyar Dolar sermayesi var, bunu nasıl elde etti diye basına bir açıklaması düşmüştü.. Erdoğan’da bu haberi yalanlamadı ve bizim aile gıda şirketlerimiz var diye, Koç’un sorusunu yanıtladı.
Erdoğan’ın şimdi daha zenginleştiği iddia ediliyor bir değil bir kaç milyar doları olduğu söyleniyor ama, Erdoğan mal varlığını açıklamıyor, yargıda soruşturamıyor.
Vatandaşı fakirleştiren, siyasetçiyi zenginleştiren sistemin ta kendisidir.
Biz Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıramadık ki, yöneten ve yönetilen saydam bir sistem toplumun her kesimine açık olsun ve Milli Gelir de eşit dağıtılsın.
15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra kurulan “Şehitler ve Gaziler Vakfı” adında bir yardım vakfı kurulur ve halktan tam 309 milyon TL para(eski para ile 309 Trilyon) toplanır ama verilen adreste böyle bir vakfın olmadığı bir grup CHP Milletvekili tarafından tespit edilir, paraların akıbeti belli değil, işin garibi vakfın yöneticileri sırra kalem basmış durumda.
Denetim olmayınca yozlaşma oluyor, besleme basın da haber yapmayınca, yargı da talimatla görev yapınca kimse de hesap soramıyor, böylece yapanın da yanına kar kalıyor.
Ekonomik kriz denilince bizde anlaşılan; devletin emeklilerin ve devlette çalışan kamu personelinin maaşlarının ödenememesi gibi algılanıyor.
Krizin göstergeleri işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik değişmez parametrelerdir.
İşsizlik yüzde 14’e çıkarak 4 milyon 560’bine çıkmış bu İŞKUR ve TÜİK rakamları ama İşçi sendikalarının ve İşveren kuruluşlarının verileri işsizliği 8 milyon olarak gösteriyor, genç nüfusta işsizlik ise rekor kırıyor yüzde 27.4’e çıkmış durumda.
TÜİK’e müdahale ederek enflasyon rakamlarını düşük açıklattırıyorlar ama, Pazar ve marketler açıklanan rakamların külliyen yalan olduğunu ortaya koyuyor.
Erdoğan iktidara geldiğinde 13 milyon insan açlık sınırında yaşarken şimdi bu sayı 20 milyona çıkmış,50 milyon insan da yoksullukla boğuşuyor.
2002 yılında toplumun en zengin kesimi Milli Gelirin yüzde 39’nu alırken, 2018 yılında aynı en varlıklı kesim Milli Gelirin yüzde 54’nün alıyor. Çalışan nüfusun 6 milyonu asgari ücretle geçiniyor.
12 Milyon emeklinin 843 bini Bin TL’nin altında maaş alırken, 8 milyon emekli ise Bin 500 TL ve üzerinde maaşla hayatını idame ediyor.
Toplumun aklı ile alaya edercesine bir de muktedir kalkıp; biz emeklimizi sıkıntıya düşüren bir durum yaşatmıyoruz, demiyor mu?
Demokrasi ve hukuktan uzaklaşan ülke hiç bir toplumsal sorunu çözemez.
Akp’e AB müzakerelerinden uzaklaştıkça hukuktan da uzaklaşmış ve ekonomi krize girerken, yabancı sermaye de ülkeye gelmez oldu.
Yukarıda ortaya çıkan tabloya baktığımızda toplumun neden bu kadar siyasete meraklı olduğunu ve siyasetçinin çalışmadan devlet imkanları ile nasıl zenginleştiğini, vatandaşın ise tersine fakirleştiğini Mehmet Altan’ın tezi doğrulamıyor mu?
Yorum Yap