- 28.05.2014 00:00
Ülke gündemi bazen toplumsal çatışmalarla belirlenirken bazen de insanoğlunun iradesinin dışında doğa felaketleriyle de belirlenmiş oluyor,yabancısı olmadığımız yaşadıkça ancak hatırladığımız bunlardan birisi 24 Mayıs 2014 saat 12.30 sularında Gökçeada açıklarında Marmara denizde meydana gelen şiddeti 6.5 olan bir depremle sarsıldık..Sevindirici yanı bu depremde can kaybının olamamasıydı ama bir Alevi-Sünni gerginliğini tırmandıran olayları da unutmamalıyız.
Her doğa felaketinden sonra cahilliğimizden bahsederiz, Soma maden faciasında 301 işçi cinayetiyle kapitalizmin vahşi acımazsızlığından yola çıkarak bir tartışmaya başlarız ama acımızın dinmesi ve ağrımızın geçmesiyle unutur gideriz, başka bir facia veya doğa felaketiyle tekrar başa döneriz.
Doğanın kanununa karşı önlem almayışımız ve insanoğlunun yaptıklarının denetlenemez bir güce ulaşınca, insanoğlunun para hırsı ve acımasız kar düşkünlüğü, doğanın boşluğu affetmemesi ve cehaletimizden faydalanması bir araya gelince, akıl almaz bir olayların ve sorunların altında depreşir dururuz.
Soma da 301 işçinin katledilmesiyle ve deprem felaketlerinin insanların şaşalı görkemli binaların altında can verdiklerini para hırsından ayırt etmeden tartışmaktan kaçamayız,bunları takdiri ilahi diyerek veya AKP’nin 12 yıllık iktidarında 14 bin işçi tam bir cinayet ekonomisiyle hayattan koparılırken, bunlar işin fıtratında diyemeyiz başbakanın deyimiyle.. 17 Ağustos depreminde 1999 yılında tam 20 bin insanımızı molozların altında yok ettik ve alın yazıları bu, rabbim bunların ömrünü buraya kadar vermiş diye,dinle teselli etmeye kalkmak bu çağda ilkellikten başka bir anlamı yoktur herhalde.
Kapitalizmin en yüksek aşamalı kar hırsı uygulaması AB ülkelerinde uygulanıyor ama ABD ve diğer AB üyesi ülkelerinde 40 yıldır madenlerde işçi ölmüyor, bunu neden vahşi kapitalizm yapamıyor veya kıyaslamıyoruz?
Vahşi kapitalizm hukukla formüle edilip denetime tabi tutulup kapitalistleri gayri meşru iş yapmalarının önünü keserseniz ve demokrasinin erkler ayrılığı işlediği bir ülkede, böylesi toplu işçi katliamları yapabilir mi?
Nasıl yapar peki, işte bizim başbakan çıkıp demokrasinin kuvvetler ayrılığı bizim önümüzde engel dediğinde..
“Maden katliamlarını bu işin fıtratında diye açıklama yapınca”
“Özgür Medyaya susturup kendi havuz medyasını yaratıp,muhalif olan yazarları işten attırınca”
“Yargıyı yürütmeye bağlayıp,yargıyı bay pas edince”
“Muhalif olan herkesi ve muhalefeti rejim karşıtı gösterince”
Kendi diktatörlüğünü kurmak için demokrasinin sandık argümanını savunup erkler ayrılığına karşı çıkıp muhalif olan herkesi susturmaya çalışması veya muhalif olan toplumun her kesiminin yaftalayınca..
Havuz medyasının yanına bir de kamu ihaleleriyle besleyerek zenginleştirdiği müteahhitlerden oluşan zenginlerini yaratıp, bunun son örneği Soma maden ocağında 301 işçinin katledildiği ocak sahibinin zenginlik tarihi AKP’nin iktidarıyla ortaya çıkması tesadüf olmasa gerek.
Türkiye eğer AB üyesi bir ülke olsaydı İLO’nun 176.maddesini imzalamak zorunda olacaktı ve 301 maden işçisi Soma da katledilmeyecekti..
Çünkü bu ocakta kaçış odaları yok, bu ocakta tam 20 yaşam odası yapılması gerekiyor ve toplam odaların maliyeti de 5 milyon dolar.İşte vahşi kapitalizmin partneri hukukun evrensel ilkeleriyle yönetilmeyen mevcut Türkiye Cumhuriyet devleti ve onun sürücü koltuğunda oturan Başbakan Erdoğan,o işyerinde yetkili sendika yönetimim ve insan canını önemsemeyen maden ocağının sahibidir.
Türkiye AB üyesi bir ülkesi olsaydı Kopenhag kriterleri eksiksiz uygulanacaktı..
Türkiye AB üyesi bir ülke olsaydı Erdoğan bütçeyi denetimden kaçırıp,kamu ihale kanununu 23 defa değiştiremezdi, çünkü Türkiye hükümetinin bütçesini Bürüksel onaylayacak ve denetleyecekti.
Para kazanmanın da oyun gibi bir kuralları vardır ama her iki tarafı tam memnun etmez,mutlaka birsi sevinirken birisi üzülecek böyle de bir acımasızlığını yaşatır para.
Dünyanın hiçbir ülkesinde mükemmel şöyle dursun iyinin iyisi bir sistem daha kurulamamış ama dünyada böylesi bir mücadele ekonominin paylaşımı, temel hak ve özgürlüklerin boğulmaması üstüne sınıfsal,farklı kesimler ve kıtalar arasında mücadelede asırlardır sürüyor.
Ortak kuralların bir toplumsal mutabakata varılarak hukuki bir sisteme bağlanmadıkça,biz bu sorunları ve olayları değişik boyutta yaşamaya devam edeceğiz ve yaşadıklarımız da sürpriz olmayacak.
Vahşi kapitalizmi tartışırken madenlerin özelleşmesiyle daha da işçi ölümlerinin arttığı tartışmalı bir tez ama madenler kamuda olduğu dönemlerde de işçi ölümleri azımsanmayacak düzeydeydi..
Bir ülke evrensel hukukun ilkeleriyle yönetilmiyorsa, o ülkede ekonominin patronunun devlet veya özel olması çok fark edilen bir şey değildir.
Çünkü ekonominin patronu olan devlet ideolojisine itteat edeni ihya eder, etmeyeni de imha etmiştir asker darbeler bunun kanıtıdır.
Demokratik bir hukuk devletinden yana olmayan Erdoğan, işte bunun somut örneği, darbe anayasasıyla ülkeyi yönettikçe isterse seçimle iktidar olsun, o da otoriter bir sistemi savunup din ve mezhep üzerinden sosyal hayatı zapturapt altına almaya çalışıyor.
Paranın kurallarını ve toplumsal hayatınızı evrensel hukukla belirlemezseniz ne madende çalışanların ne de can ve mal güvenliğinden sorumluluğunu taşıdığınız insanlara refah sağlayabilirsiniz.Sağlayamadığınız gibi sorumluluğunuzda olan polis sokak ortasında savunmasız vatandaşına hedef alarak ateş edip öldürüyorsa,seçimle iktidara gelseniz bile uluslararası meşruiyetinizi tartışmaya açmış olursunuz .
Yorum Yap