- 20.01.2013 00:00
İnsanoğlu nerede yaşarsa yaşasın ”yalnızlıktan ve parasızlıktan” hep korkmuştur..
Yaşadığınız şehir ne kadar kalabalıksa o kadar da yalnızlığı yaşatıyor size..Küçük beldelerin ve köylerin yalnızlığı yok gibi bir şeydir,çünkü küçük yerlerde insanların uzun süredir bir arada olmaları ve birbirlerine olan güven, ilişkilerindeki sıcaklığı dostluğa çevirirler..Çok duymuşuzdur koca şehir de beni anlayan bir kişi yok, yapa yalnız tek başınayım,diye.İnsan yaşlandıkça bir de buna yalnızlık eklenince hayatı çekilmez olur,başlar kiminle tanışsa; ne çoluk çocuk,ne de eş-dost akrabadan arayan ve soran var, komşulardan kapımı çalan bir Allahın kulu yok,akrep gibi kendimi zehirliye sim geliyor,der.Yalnızlık,yaşlılıkla birleşip bir de buna sağlık ve parasızlık eklenince gerisini hiç anlatmaya gerek yok.Cehennem denilen yerde burası olsa gerek.
Tabi yalnızlık sadece insan özgü bir duygu değil,hayvanlarda da yalnızlık tedirginlik yaratır..Hayvanlar yalnız yaşayamazlar,sürüyü kaybeden koyunun sürüye katılana kadar melemesi gibi..Gözlemlemek için bir karıncayı, karınca konvoyundan ayırın,karınca sürüsünde ki canlılığını göremezsiniz,kendi etrafından dolaşır durur yolunu kaybetmiş gibi.
Yalnızlık Allaha mahsus derler ya teselli olmak için.
İnsanın yaşı kaç olursa olsun tek başına yaşaması kendi içinde de bir korkuyu taşıtır,eğer evde düşüp başıma bir şey gelse ve sesimi duyuramayacağım kimse yoksa, ancak cesedim kokarsa benden haber alırlar,diye çok böylesi hikayeler ve yakınmalar okumuş veya duymuşuzdur.
Korku insanın iradesinin dışında yansıyan bir duygudur ve korkmak için insanın eğitim ve öğüt almasına gerek yoktur.Korku karanlığı çağrıştırır.Korku her türlü medeni cesaretini kırar insanın, eğer üstüne gitmezseniz.
İnsan ancak korkusunun üstüne giderek yener bunun başka bir çıkış yolu yoktur.
Korku çok yönlü bir kavram olduğu gibi aynı zamanda kişiden kişiye değişen,geçişken bir duygudur.
Korkularını insanlar değişik şekilde ifade ederler, o kadar korktum ki;dizlerimin bağı çözüldü,altıma kaçırdım veya aklım bokuma karıştı gibi.
Kiminin yükseklik,karanlık,kan,su,yalnızlık,uçağa binememe gibi psikolojik korkusunun yanında; sevdiğini kaybetme,aşık olduğuna kavuşamama ve terk edilme korkusunu da yabana atmamalıyız.
Bir başka korkumuz ise rüyalarımızda kabusla uyanmamız..Geçti geçti gerçek değil rüyaydı,diye kendimize zor geliriz. Onun için derler ya “rüyanda kabus göreceksen uyuma daha iyi “diye. Korku yaşamın her alanında içimizden atamadığımız bir duygu olarak bize hep hükmetmiştir.
Birde maddi korkular vardır bunun başında kendini idama edecek bir alım gücünüzün olmaması,iş bulamama ve işsiz kalma,barınma korkusu gibi. Aslından sorunlarımız ve korkularımızla iç içe yaşarız da, bunu ifade etmekte ve yüzleşmekte çok zorlanırız.
Bir Ayı korkusu anlatılır ya; arkadaşı buradan çıkar ayı demiş,öbür tarafa bakmış öbür taraftan da çıkar demiş, dereye bakmış buradan da çıkar demiş,nereye baksa; ya ayının izini ya da bokunu görür, bu yetmezmiş gibi hayalinde gözünün önüne bir ayı çıkıyormuş adamın...Adam dayanamamış ve bağırmaya başlamış :”Ayıdan kork,izinden kork,bokundan kork ,çıkacağı ve gezdiği yarlerden kork, bunun sonu nereye kadar “demiş.
Gelenekler ve görgü kuralları insanların yaşam boyu hayatından kanunlardan daha etkili olmuştur..
Gelenekler üç kuşak sonra yok olduğu tartışılan bir konudur.Kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültürdür gelenekler.
Tabi her gelenek insani ve medeni değildir;çağdaş olanıyla çağ dışı olanı vardır ama her ikisi de bir kültürdür.Kültür bir yaşam biçimidir.
Kanunlar yazılıdır ama gelenek ve görgü kuralları yazılı değildir.
Düğün-nişan ve doğum günün gibi etkinliklerde davetiye çıkartılır ama ölüm,hastalık ve kazalarda bunun davetiyesi yapılmaz eşe dosta;tanıyanlar birbirlerini haberdar eder.
İnsanlar en çok misafir ağırlamada ve yolcu etmede test edilir gelenekleri çerçevesinde.
Misafirperverlik bizim toplumun vaaz geçilmez adetlerindendir.Misafirperver yemez yedirir,içmez içirir,kendisi soğuk oda da yatar misafirini sıcak oda da yatırdığı gibi; hala Anadolu da geleneksel yaşayan evlerde misafir odası ve misafir yatağı vardır.
Cimriler misafir sevmez;cimrilerin sofrası yoktur onlar tencerede pişirirler kapağında yedikleri gibi ekmeklerini de dizlerinin üstüne korlar.
Her toplumun bir örfü adeti vardır,sizin geleneğinizle örtüşmese de,içinde bulunduğunuz toplumun geleneklerine ayak uydurursunuz.Bu adettendir ve farklı kültürler bir insanlık parçasıdır.
Bütün edebiyatçılar ve sanatçılar tarih boyu farklı çağlar ve kültürler üzerinden insanı anlamaya, anlatmaya ve buluşturmaya çalışmışlardır.
Mani yazılı ve sözlü edebiyatın önemli bir koludur,mani söylemek içinde okur-yazar olmaya da gerek yoktur.
Mani,Türk halk şiirinin en küçük şiir çeşididir..İçinde bulunan duruma göre,duygu ve düşünceyi yansıtır kısa sözcüklerle..
Manilerle ifade etmek de bir sanat becerisidir.Yazının içine müstehcenlikte çağrıştıran, kısa yaşanmış halk manileri serpiştirelim..
Köyün bir delisi varmış adı Aliymiş ama ona tanıyanlar “Zırvali” derlermiş,sözde zırvaladığını,yaşı ilerlemesine rağmen müzmin bekarmış, yalnız hiç köyünde durmaz,yakın komşu köyleri gezer bir hafta sonra da köyüne dönermiş.
Hep taleplerini ve sorulan soruları maniyle anlatır ve cevaplarmış.
Bir eve misafir olmuş fakat ev sahibi kadın ve adam hiç sormamışlar aç mısın susuz musun,diye,Zırvali’ye..Zırvali,başlamış mani ile meramını anlatmaya:
“İlkindi ile öğleni gel söyleni söyleni/acımdan ölüyom âdetiniz böyle mi?” diye..
Evin kadını hemen Zırvaliye bir şeyler ikram etmiş.
Zırvali,bir akşam darlığında köyüne dönemeyeceğini kestirip havanın da kar boran olduğu bir mevsimde, bir evin kapısını çalar misafir etmeleri için,ev sahibi dul bir kadındır Zırvali yi tanır,zırvali dayı, seni nerede yatıracağım evimiz iki göz birinde kızımla ben yatıyorum, birinde de gelin,der.
“Benim gönlüm alçak anam-bacım kız ile yatarım gelinle de” der, zırvali..
Yerine göre de müstehcen cevap verirmiş kendisiyle kafa yapanlara manilerle,Zırvali..
Uğradığı köyün kadınları zırvali’nin erkekliğiyle ilgili dalga geçerlermiş,bir kadın sataşır senin dalganda bir şey var mı,diye?
“Elleziyle zum zuma/kadın ver bacaklarını omzuma/işini bitirip düşeyim yoluma” der zırvali.,Kadının biri aldın mı cevabını“deli mili diyorlar ama akıllının aklına gelmeyeni söylüyor” der, zırvali,için.
Zırvali,eşeğiyle gezermiş arada bir de mani patlatırmış genç kızları ve gelinleri görünce:
“Bahçelerde erik var/kız donunda delik var/o deliği bana ver/sana bir ellik var” diye.,Söylerken kızlarda elleriyle deliklerinin denk geldiği donlarının ortasını yoklarlarmış.
Zırvali,yolunun düştüğü bir köy çeşmesinde hem eşeğinin susuzluğunu, kendisi de su içmek için köyün çeşmesine uğrar,çok uğramadığı bir köydür Zırvali’nin bu köy..Çeşme başına vardığında kızlar gelinler su doldurup,çamaşır yıkayıp sohbet etmektedirler..Zırvalinin eşeği de malafatını çıkartmış suyunu içerken, bir taraftan da döşüne döşüne pat pat vurmaktadır,kızlar gelinlerde eşeğin malafatına bakıp gülüşmektedirler,kimisi yüzünü başındaki dülbentiyle yarı kapatıyor ama bir taraftan da gözünü kaçıramıyormuş,Zırvali anlar sağır - dilsiz numarası yapar ,su ister kızın birisinden..Kızlar ve gelinler ama arkazmış adam ,deyip sesli konuşmaya başlarlar,çamaşır yıkayan kadın eşeğin malafatına bakıp bu ne biçim ya….k birazı da erkeklerde olsaydı tokaç gibi,diye benzetme yapar.. Eşeğin malafatı üzerine kızın birisi diğer kız arkadaşına sen eşeğinkinin ne kadarın yersin,der?Arkadaşı da; ancak ben mor olan kısmını yerim,soru soran da ben de kalan kara kısmını yerim,deyip gülüşürlerken, çeşmeye uzun boylu etli butlu kocası gurbette olan bir gelin gelir ve kızlar paylaştıkları Eşeğin organını geline gösterip, sen bunun ne kadarını yersin yenge, derler? “Onda ne var hepsini yerim” der balık etli gelin.Zırvali birden dillenir “aferin sarı gelin sana, eğer sen olmasaydın bizim eşeğin s…ki parça bölük olacaktı” der.
Yazıyı on altıncı yüz yılda yaşamış, insanın şehvet duygularını köpürten Karacaoğlan’ın bir dörtlüğüyle noktalayalım:
Sabahleyin erken yâre uğradım
Hoş geldin sevdiğim, in dedi bana
Domurcuk memelerini verdiği ağzıma
Yorgunsun sevdiğim, em dedi bana.
Yorum Yap