Yoksa sınıfsal bir kamplaşma mı?

  • 30.12.2013 00:00

 Kimse benim yazdığım üç tane yazıyı takip etmek zorunda değil tabi. Yine de belirtmeden devam edemeyeceğim; bir önceki yazımda “Yoksa, aslen bir görüşümüz, uğruna mücadele verilecek haklılıklarımız yok mu (kalmadı mı?)? O yüzden mi ‘durum muhalefeti’ yapıyoruz.” diye yazmıştım. Şimdi durum değişti, bir haklılık ortaya çıktı. Bakanların çocukları, bir devlet bankası yöneticisi, bir belediye başkanı, iş çevrelerinden kimileri yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle kovuşturmaya uğradı; üç bakan istifa etmek zorunda kaldı. Hükümete, Erdoğan’a karşı güçlü bir “haklılık” ve onun mücadelesi ortaya çıktı. lginç bir tesadüf oldu bu açıdan. Kim yolsuzluğa “iyi bir şey” diyebilir, bizzat karışanlar dışında? Onlar da açıkça savunamazlar, “yapmadım” derler.

Hükümet çevrelerinin ve destekçilerinin, sempati gösterenlerin bu durumdan utanması, diğerlerinin de bu utanç verici durumdan kurtulunması ve her şeyin açıkça ele alınabileceği bir arınma süreci başlamasını desteklemesi beklenir, normal durumda. Böyle olmuyor? Zaten belirlenmiş inatlaşma saflarında bir değişiklik olmuyor, herkes kendi konumunu pekiştirmeye, daha yüksek sesle bağırmaya başlıyor. Neden? Örneğin şundan olabilir mi: Toplumda büyücek bir kesim yolsuzluğu aslında ciddiye almıyor, bunu siyasi hesaplaşmaların bir malzemesi olarak değerlendiriyor? “Karşı çıkabilme hakkımız açıklıkla mevcut iken biz bu hakkımızı niye dolambaçlı kullanıyoruz? Niye “biz AKP’yi alaşağı etmek istiyoruz, çünkü” diye başlayıp asıl istek ve hedeflerimizi dillendirmiyoruz? (Bir önceki yazımdan.)

Kayıt dışı ekonominin, ekonominin yüzde ellisini oluşturduğu iddia edilen bir ülkede (hükümet çevreleri daha az olduğunu iddia ediyorsa da geçen yıl Ali Babacan kayıt dışı ekonomiyle mücadelede yeterince başarılı olamadıklarını itiraf etti) yolsuzluk yaptığı ileri sürülen bakan çocuklarından yola çıkarak “hükümet istifa”ya gelinmesi aslında çok ciddiye alınmıyor olabilir mi? Siyasette alt-üst oluşların, oyun oynamaların-bozmalarının, büyük yargılamaların olduğu bir dönemde, Kürt savaşının kahredici etkisi henüz tarih sahnesinden çekilmemişken, beklemedeyken, “yolsuzluk”la hükümete yönelinmesi toplumsal olarak daha çok stabl (durağan) kesimlerde karşılığını bulabiliyor. Bu kadar karmaşanın içinde durağanı temsil edenler ise büyük çoğunluk açısından pek olumlu bir şey ifade etmiyor.

Ortalık yerde birbirimize içten olmayan haklılıklarımızı bağırmanın bir olumlu etkisi yok, iki yüzlülüğün-çok yüzlülüğün kol gezdiği bir yoğuşmada “haklı” olmanın bize bir getirisi de olmayacağına göre işin gerçeğini konuşmak gerekir, diye düşünürüm. Uzun uzadıya anlatmayacağım ama Türkiye‘de politikayla ilgilenen hemen herkesin bildiği gerçek; hükümetle “cemaat” arasındaki giderek büyüyen bu kavganın asıl nedeninin ne olabileceği sorusudur.

Her iki taraftan da hiç tanıdığım yok, ben de olayları basından izliyorum. Ama birçok kişi gibi (herhalde) yazılanlardan çok yazılmayanları merak ediyorum, onları edinebildiğim bilgi kırıntılarıyla birleştirmeye çalışıyorum. Örneğin şunu merak ediyorum: Hükümete (Erdoğan’a) açık bir savaş ilan eden Fethullahgiller bunu niye yaptı? İlk bakışta hiç akıllıca gözükmüyor. Niye yapsın ki? Malı, mülkü, köşebaşlarında yerleri olan bir kümelenme niye böyle bir şey yapsın? Belli ki bu savaşı (Türkiye’de) kazanamayacak. Etkili olamayacak diye düşünmüyorum ama savaşa katılan her iki tarafın da ağır yaralar aldığı bir savaşın katılımcıları zaferi aslında kazanamazlar, diye düşünüyorum. Üstelik görünen o ki hükümetin eli daha güçlü.

Belki de Fethullahgiller bir savaş kazanmak istemiyor olabilirler mi? Yani olanak olsa kazanmak isterler kuşkusuz ama bunun olanaklı olmadığını gördükleri hâlde bu savaşa giriyorlar, olabilir mi? Belki Türkiye’de kaybedecekleri bir savaşa karşın Dünyanın birçok yerinde elde ettikleri konumları kaybetmemek için bir mücadele içinde oluyor olabilirler mi? Dünyanın birçok yerinde (az değil, 160 ülke diyorlar) örgütlenmesine yeşil ışık yakan, belki de olanak tanıyan kimi dostları onları Türkiye’de kaybedecekleri bir savaşa zorlamış olabilirler mi? Aslında en az kayıpla bulundukları konumları korumaya çalışıyor ya da başka bir anlatımla varlık-yokluk savaşı veriyor olabilirler mi? Dersaneler konusu gibi aslında kimsenin, belki inançlı takipçilerinin bile inanmadığı bir çekişmeyi savaşa katılacak elemanları hazırlamak için bir kışkırtma ve ortam hazırlama malzemesi olarak kullanmış olabilirler mi? Evet, bunları düşünüyorum, merak ediyorum...

Hakllılıkları-yanılgıları ayrı bir tartışmanın konusu olan Gezi eylemleri sırasında ve sonrasında Türkiye’nin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikasından düşmesi, “yolsuzluk savaşları” sonucunda ne gibi bir etki azalmasının olabileceği sorusunu sorduruyor bana.

Kimsenin vurgu yapmadığı bir şey daha görüyorum sanki. Cemaati, kaybedeceği bir savaşa sürükleyen dostlarının görmüş olmayabileceği bir silüet beliriyor sanki bu coğrafyada. Sovyet sisteminin yıkılma sürecinden bu yana ilk defa “kimlikler” siyasetinin dışında bir yarılma ortaya çıkıyor. Bir hesaba göre yüzyıllardır, başka bir hesaba göre en az yüz yıl baskı altında kalan “kimlik”lerin ortaya çıkmasıyla her şeyi etkisine alan bir bir siyasi tablonun oluşması dışında “kimlik”ten epeyce uzaklaşan bir “çıkar” çatışmasının izlerini siz de hissetmiyor musunuz? Olanları “İslamcı” iki küme arasındaki uyuşmazlıkla açıklayabilmek olanaklı mı?

Üstelik toplumda karşılığını da buluyor. Toplumun yerleşikleri yolsuzluğun üzerine gidilmesini, hukuğun egemen olmasını isterken, yoksulları-çaresizleri bunun bir “oyun” olmasına itiraz ediyor. Sıkıntının gelip kendilerini vuracağını, bir parça düzelmiş gibi hissettikleri yaşamlarının zehir olacağını hissediyorlar. Söz konusu “düzelme”den yana umutlarını kesmiş olmadıkları gibi, devamını istiyorlar. Popülizm ile açıklamakta zorlanacağımız “sınıfsal” bir yarılmaya-yarılmalara doğru gidiyor olabiliriz.

Müslüman Dünyası’na yukarıdan bakma, küçümseme, öteleme eğilimleri gösterenlerin “akıllı”ları belki eskisi kadar güçlü olmadıkları için her şeye hakim olamıyorlar ve böyle bir “ötekileştirme”ye hem ekonomik hem siyasal-yönetsel gereksinimleri var. Türkiye’de ise akıllı olsalar bile politikanın sıcaklığında AKP karşıtlığını kişiselleştirenlerin gözlerini bürüyen kin ile, Batı Dünyası’na (yoksa Kuzey mi demeliyiz?) bire-bir benzemeyen, kitaplarda yazmayan sınıf hareketlerini doğru yorumlayamama eğilimleri ne yazık ki ağır basıyor. Oysa sanki “gerçek dünya”ya doğru ilerliyoruz. Kimliklerin etkisindeki tarihsel haklılıklardan bugünün, hemen şimdinin sorunlarına doğru ilerliyoruz... Hemen gerçekleşeceğini beklemiyorum ama bu gelişme ile ilk sinyalleri aldığımızı düşünüyorum. Küresel ve yerel düzeyde daha önce bu kadar belirgin olmayan yeni kırılmalara gebe bir zamada yaşıyoruz. Bunun Türkiye’de politika alanında yeni olanaklar ve kısıtlamalar yaratacağı şüphesiz.

Kellesi istenen Erdoğan, Gezi sonrası yaptığı gibi hemen (kendisine destek veren) halka gitti. Uluslararası güçlerden, faiz lobisinden bahsetti. Şimdi de aynı refleksleri gösteriyor. Çatışmanın büyüklüğü ölçüsünde (ki büyük) kendisine yeni “paydaş”lar bulabileceği yegane kesimin toplumun daha önce etkisizleştirilmişleri olacağını biliyor (herhalde). Onları siyaset sahnesine doğru çekerken onların gerçek-yaşayan sorunlarına da eğilim göstermesi gerektiğini biliyor (yine, herhalde). Durum “idare” etmeye, oyalamaya gelecek kadar genişlik içermiyor.

Bu durumun uluslararası karşılığı da olacak gibi gözüküyor. Doğu (yoksa Güney mi demeliyiz?) dünyasının çaresiz halkları gelişmeleri dikkatle izliyor olsa gerekler...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums