- 15.04.2013 00:00
Bir haftalık yurtdışı gezisinin ardından kaldığımız yerden tekrar merhaba. Gündemin kısır ve sıkıcı tartışmalarından bunalmanın etkisiyle, geçen hafta Türkiye’den biraz uzaklaşmak istedim. Telefonumu kapattım. Bir hafta da olsa dünyadan ve gündemden kopmaktı niyetim.
Önceki gün uçağa biner binmez gazetelere göz gezdirdim. Türkiye bıraktığım yerde, aynı tartışmalar girdabında sürüklenip gidiyordu. 4. Yargı Paketi Meclis’ten geçmişti. Bu köşenin takipçileri hatırlayacaktır. İzinden önceki son yazım, komisyonun bu pakete gece yarısı eklettiği bir maddeyle ilgiliydi. Maddeye göre “ihaleye fesat karıştıranlara verilen ceza 12 yıldan üç ila yedi yıl arasına indirilecekti”.
CHP’nin bu teklifini AK Parti jet hızıyla kabul etmiş ve pakete bu madde eklenmişti. Ceza alt sınırları da değiştirilmiş, af kapsamına sokulmuştu. Bu, ihale hırsızlarının aklanması anlamına geliyordu. Son yazımda “Niyet ettim... Yolsuzlukları AK’lama” başlığıyla, CHP ve AK Parti’nin, ANAP ve DYP gibi birbirlerinin usulsüzlüklerini akladıklarının altını çizmiştim.
“Hak, hukuk, adalet, yolsuzluk, yetim hakkı...” gibi sözcükleri ağzından düşürmeyen iktidar medyasının bu durumu sayfalarında nasıl gördüğü merakıyla gazete sayfalarını çevirdim.
Tam da düşündüğüm gibi paketteki bu maddeyi büyük bir bölümü görmemişti. Görenler ise sayfanın en altına iki satırla cezanın düşürüldüğünü yazmıştı. İbrahim Karagül’ün başında olduğu gazete de bu maddeyi görmeyenlerden biriydi.
Bu arkadaş bir aralar “Dünyanın en zengin yüzbaşısı” haberimle ilgili, ilgisiz bir şekilde topa girmiş, aklınca okuldan arkadaşı olan yüzbaşıyı aklamaya çalışmıştı. Türk basın tarihinde görülmemiş bir şekilde, bir gün sonraki yazısında kendi kendini tekzip etme “komikliğini” de yaşamıştı. Bir aralar Suriyeli ortak “gazeteci” arkadaşıyla, Esad’dan bir kahraman yaratmaya da çalışmıştı. Gazetecilerle Suriye gezileri tertipleyip, “Demokrat Esad” analizlerini kamuoyuna pompalıyordu. Adı “Esad PR’cısına” çıkmıştı.
Bu arkadaşın yüzbaşıyı korumak için yaptığı manipülasyon üzerinde durmamıştım o günlerde. Guinness rekorlar kitabındaki insanları kıskandıracak bir performans sergilen kişiyi kendi tekzibiyle baş başa bırakmıştım.
Uçakta Türk basının tümüne göz gezdirirken, hırsızlara af getiren bu maddeyle ilgili genel tavrın, bu arkadaştan çok da farklı olmadığı görmek ise basın tarihi açısından utanç vericiydi.
Uçağa binerken, bir AK Partiliyle, düne kadar kavgalı oldukları bir medya patronunun kızını beraber gördüm. Samimiyetlerini kıskanmadım. Yolculardan biri yanıma gelip, bu resmi nasıl yorumladığımı sordu. Kendisine şunu söyledim: “Hırsızın hırsızla buluşması kolaydır. İdeolojiye ihtiyaçları yoktur. Acı olan ‘ortaklığın’ kutsal mekânlarda taçlandırılması.”
Sanırım ne demek istediğimi anladınız!
Başbakanı komisyona çağırın!
Meclis’te bir komisyon kurulmuş. Adı sanırım Yasa Dışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu. Yaklaşık iki haftadır medyadan çeşitli temsilcileri çağırıp, dinlemeyle ilgili bilgi alıyorlar. Gidenleri, konuşulanları okudukça (kusura bakmasınlar) komisyondaki üyelere ve giden kişilerin anlattıklarına gülümsüyorum. Bu ülkede yasa dışı dinlendiğini iki kez belgeleriyle kanıtlayıp, dinleyenlerin ceza almasını sağlayan sanırım ilk gazeteciyim. Bir de bir istihbarat servisinin dinlediğini, izlediğini, maillerini takip ettiğini belgeleyen ilk kişiyim. Hatırlarsınız bu yasa dışı uyguluma tüm belgeleriyle savcılar tarafından soruşturulmuş, bu kişiler hakkında yargılama izni istenmesine rağmen, Başbakan Tayyip Erdoğan buna izin vermemişti. Kanunsuz iş yapanları korumuştu.
Sakın bu yazdıklarımdan “aman beni de komisyona çağırın” demek istediğim anlaşılmasın. Amacı yasadışı dinlemeleri kapatmak olan komisyona çağrılmayı, kendime hakaret sayarım. Bu komisyondaki milletvekillerine tavsiyem, Başbakan’ı komisyona çağırıp neden yasadışı dinlemeye izin vermediğini sorsunlar. Bunu yapamıyorlarsa, boş yere vakit kaybetmesinler. Meclis’in bahçesinde çelik çomak oynayabilirler. İnanın daha faydalı iş yapmış olurlar.
Yalçın Akdoğan’a soru
AK Parti milletvekili ve Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın Star gazetesinde yazdığı son makalesi de uçak dönüşü dikkatimi çekti. Akdoğan, “PKK içindeki kanatlar ve riskler” başlığıyla bir yazı kaleme almıştı. Örgüt içindeki bazı grupların silah bırakma dâhil, savaş yanlısı tavırlarına ve olası risklere dikkat çekmişti. Makalesini şu satırlarla noktalamıştı: “Süreçle ilgili umutlarımız ne kadar yüksekse, ihtiyat ve duyarlılığımız da o kadar yüksektir.”
Sayın Akdoğan’ın bu yazısını okuyunca şu soru aklıma geldi. Süreçle ilgili ihtiyatlı ve duyarlı olunması gerektiğini söyleyen bizlere bugüne kadar “hain, savaş yanlısı” damgasını sizler ve partiniz neden vurmaya çalıştı ve halen devam ediyorsunuz? Düne kadar güvenlikçi ve savaş yanlısı yazılar kaleme alan siz, ne oldu da bu düşüncenizden vazgeçtiniz?
mbaransu@gmail.com
Yorum Yap