- 4.03.2013 00:00
Abdullah Öcalan’ın İmralı’da devlet ve BDP’li heyetle yaptığı görüşme notlarının Milliyet gazetesinde yayımlanması, bazılarının yüzündeki makyajı akıtmaya başladı.
Suç da suçlu da yapılan kirli pazarlık da ortadayken birileri yine durumdan vazife çıkarıp, görünen gerçeği gizlemek için var gücüyle çalışıyor. Yeni “suçlular” hedefe kondu. Kim sızdırdı sesleri arasında “vatan hainleri”, “alçaklar” aranıyor.
İnsan soramadan edemiyor.
“Ortada doğru giden bir süreç varsa bu panik neden?”
Öncelikli şunu vurgulayalım.
Milliyet gazetesi ve Namık Durukan’ın haberi bir gazetecilik başarısıdır.
Uzun yıllardır medyamızda gazetecilik unutuldu, unutturuldu. Taraf, işte böyle bir ortamda tarihe geçecek işlere imza attı. İftiralara, karalamalara aldırış etmeden, bildiği yolda, cesurca yayım yaptı. Eğilmeden, bükülmeden.
O zaman da birileri bizlere gazetecilik dersi vermeye çalışıyordu. Kaderin cilvesi, dünün ders verenleri, bugün yaptıklarının gazetecilik olduğunu anlatmak için dil döküyorlar. Dün yapılan da bugün olan da gazetecilikti.
Dün asker ve zinde kuvvetler ders verirken, bugün siyasetçiler benzer yöntemi araç edinmişti. Her eleştiri, her yorum “karanlık operasyon, tuzak, provokasyon, sabotaj” kelimelerini beraberinde getirdi. Bununla da yetinilmedi. Muhatapların kalemleri bir çırpıda kırıldı.
İmralı notlarının ortaya çıkardığı gerçek...
Bu kısa hatırlatmadan sonra gelelim esas konumuza. İmralı notlarının ortaya çıkardığı gerçeğe...
Önceki gün iktidarıyla, medyasıyla, siyasetçisiyle, MİT’iyle “beni bile yalanlarına inandıracaklardı” dedim.
Son aylarda söylenenlere, medyaya yansıyanlara, yazılanlara bakın. Öcalan’ın kendileri gibi“muhafazakâr” olduğunu vurgulamak için “namaz” kılmasından, nasıl bir barış güvercini olduğuna bir dizi gerçek operasyon yapıldı. Amaç toplumu buna inandırmaktı. Milliydi, bizdendi.
Barışın yol haritasının belirlendiği, mutabakatların yapıldığı bile yazıldı, söylendi. “Silahlar bırakılacak, 10 gün içinde örgüt sınır dışına çıkacak” dendi. Bu olmayınca bu kez yenileri devreye girdi; “Mart ayında sınır dışına çıkılacak, Nevruz’da bu iş kesin, mayıs ayında ülkede bir tek silahlı PKK’lı kalmayacak.”
Bu da olmadı. Bu kez... “15 ağustosta karar kılındı. Silahlara elveda.”
Ta ki Milliyet gazetesinin İmralı görüşmelerini yayımlamasına kadar. Kamuoyundan gerçeklerin saklandığı ortaya çıktı. Ortada ne bir mutabakat ne de barış umudu vardı. Medyadaki haberlerin neredeyse tamamı yalandı. Siyasetçiler doğru konuşmamıştı. Kral çıplak değil, çırılçıplaktı. Milliyet iki sayfasında bu çıplaklığı resmetmişti.
İşte bu kadar bağrışın, tantananın, kızgınlığın nedeni bu. Gerçeğin “nü” şekli birilerini kızdırmakla kalmamış, suçlu arama telaşına girmişlerdi.
Öcalan’ın söylediklerine kimse yalan diyemiyor. Denen; “Bunlar yok hükmündedir, bizdeki metinler biraz farklı. Olana değil, sızdırana bakalım. Sızdıranın amacı daha önemli.”
Sizi bilmem ama ben durumu gerçeğin saklanma telaşı olarak yorumluyorum. Kimsenin silahı bırakmaya niyeti olmadığı gibi “barış” kelimesi araç olarak kullanılmaktan öteye gitmiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Milliyet gazetesinin “gazetecilik başarısı”ndan sonra İmralı’yı, binlerce masum insanın öldürülmesini unutup, medyada “vatan haini” aramaya başladı:
“Medya üzerinden yapılan karanlık operasyonlara, medya üzerinden kurulan tuzaklara itibar etmeyin. Bunlar sizin karşınıza dedikoduyla, söylentiyle, sabotajla, provokasyonla, medya operasyonuyla çıkıyor. Eğer bu ülkeye, bu millete zerre kadar sevdanız varsa şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız, böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi.
Attıkları başlıklarla gazetecilik yapıyorlarmış, böyle gazetecilik yapacaksan batsın böyle gazetecilik. Bu çözüm sürecinde kim bu süreci baltalamak istiyorsa o benim de milletimin de karşısındadır. Biz onlarla iktidar olmadık, onlara rağmen milletimiz bizi iktidar yaptı. Milletim böyle diyorsa milletin dediği doğru onların köşelerindeki yazılar değil.”
Başbakan kızdıkça kimyası bozuluyor. Kendisine sormak gerekli. Çözüm sürecini baltalayanlar o notlarda yazılanlar, konuşulanlar mı yoksa bunu kamuoyuyla paylaşanlar mı? Ortada bir provokasyon varsa bunu kendinize, MİT’e ve muhataplarınıza sormanız gerekmez mi?
AK Parti ve hükümet her ortamda aldıkları yüzde elli oya vurgu yapıyor. Bu da çok fazla hata yapmalarına neden oluyor. “Bu millet bize mecbur, alternatifimiz yok. Ne yaparsak kabul ederler” mantığı, kamuoyunda partiyi de politikalarını da tartışılır kılıyor. Başkanlık sitemini getirmek için örgütle yapılan pazarlığın ortaya çıkması da iktidarı sinirlendiriyor. Sanırım şunu unutmamak gerekli. Hedefe giderken her yol her zaman mubah olmuyor. İmralı notlarının ortaya çıkma ihtimalini de akılda tutmak gerekli.
mbaransu@gmail.com
Yorum Yap