afta sonu, ABD’nin Rahip Brunson krizini çözmek değil, daha da derinleştirmek ve çözülemez hale getirmek istediği tezini destekleyen yeni bir bilgi daha ortaya çıktı.

Meğer 8 Ağustos Çarşamba günü, yani 9 kişilik Türk heyetinin ikili ilişkilerde yaşanmakta olan gerilime bir son verme niyetiyle Washington’a gittikleri gün, Amerikan yönetimi Türkiye’ye yeni bir ültimatom vermişti:

“Saat 18’00”e kadar adamımızı ABD’ye gönderdiniz gönderdiniz, göndermediniz yeni bir yaptırım gelecek” diye.

Bu onur kırıcı tutuma, Ankara’nın nasıl bir karşılık vereceği, başından belliydi.

Zaten Trump yönetimi de Ankara öyle tepki versin diye böyle davranıyordu.

Türkiye’ye gemi kaçıran korsan muamelesi çekiliyor, bu şekilde de aslında krizin çözülmesini değil, daha bir düğümlenmesini istiyorlardı.

Cumartesi günü memleketi Rize’de konuya değinen, daha doğrusu toplumu konudan haberdar eden Başkan Erdoğan’ın sözleri, Washington’un bu pervasızlığının kendisini nasıl öfkelendirdiğini ortaya koyuyordu:

“Bu oyun önümüze geldiğinde biz, “Ölürüz de böyle bir istiskale, aşağılanmaya rıza göstermeyiz” dedik. Tehdit ediyor ya! “Saat 18’00” e kadar, yarın akşam, göndereceksiniz. Burası çatladıkapı ülkesi mi, burası Türkiye, Türkiye! Ne yapıyorsunuz? Biz besleme değiliz, ayakları üzerinde dimdik duran 81 milyonluk bir Türkiye’yiz.”

Bu durumda üzerinde durulması gereken bir başka önemli soru daha karşımıza çıkıyor.

ABD, Rahip Brunson meselesini çözülemez hale getirerek, ya da çözülmesini geciktirerek ne yapmaya çalışıyor?

Bu sorunun da açık bir yanıtı var aslında.

Türkiye’ye ve Tayyip Erdoğan’a bir bedel ödetmek istiyorlar.

Hayır, bu cümle hafif kaldı.

Doğru cümle şu:

Türkiye’nin olduğu yerde çökmesini istiyorlar!

Şimdi hatırladım.

Bu ifadeyi başka bir bağlamda daha kullanmıştım.

15 Temmuz’un açtığı yaralar nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde pilot açığı çıkmış, açığın daha hızlı bir şekilde kapatılması için Türkiye Pakistan’dan F-16 eğitmeni istemiş ama ABD, sözleşmelerdeki haklarını kullanarak buna mani olmuştu.

Bu duruma fena halde içerleyen bir Türk general, durumu aynı cümle ile ifade etmişti:

“Bunun anlamı şu: Olduğunuz yerde çökün demek istiyorlar!”

TÜRKİYE HASIM DEĞİL MÜTTEFİK TEHDİDİ ALTINDA

Değilse, Trump’ın Cuma günü, yani ekonominin en kritik bekleyiş saatleri içerisinde Türkiye’ye dönük yeni bir yaptırım kararını daha açıklaması, bunu yaparken de aşağılayıcı bir üslup takınmasını başka neyle açıklayabiliriz ki?

Trump’ın bu denli küstahlaşması, daha önce yine bir başka vesile ile kullandığımız bir ifadeyi daha teyit etmiş oluyor:

“Türkiye hasım değil, müttefik tehdidi altında!”

Erdoğan, dün Trabzon’da konuşurken “Darbeyle yapamadıklarını parayla yapıyorlar” dedi.

Bu duruşunun daha detaylı halini, Amerikalıların kendi dilleriyle anlayabileceği şekilde New York Times gazetesine anlattı.

Daha soğukkanlı bir biçimde, ama içeriği kurşun gibi ağır cümlelerle.

Mesela şu cümleyi alıntılayalım:

“Washington, Türkiye’nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmeli. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çevirmezlerse, yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız”

Erdoğan’ın bu sözlerinin üstüne, sözcüsü İbrahim Kalın’ın şu ifadesini de eklemeli:

“ABD, Türkiye’yi tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.”

EKONOMİK SAVAŞA KARŞI EN İYİ CEVAP EKONOMİ ÜZERİNDEN VERİLEBİLİR

Evet, Türkiye’ye ABD tarafından ekonomik bir savaş ilan edilmiş durumda.

Burası açık.

ABD yönetimi, ekonomi üzerinden, kur silahını kullanarak Türkiye’ye diz çöktürmek istiyor.

Bunu herkesin görmesi gerekir.

Bu saldırıya en iyi cevabın da ekonomi üzerinden verilebileceğini söyleyebiliriz.

Ekonomiyi sağlam tutarak, zayıf noktalarını doğru politikalarla güçlendirerek verilecek yanıt, Trump’a kös kös yerine oturmaktan başka çare bırakmayacaktır.