- 15.04.2012 00:00
28 Şubat postmodern darbe soruşturmasını izlerken aklımın bir yerinde hep o"Susurluk" sorusu var.
28 Şubatçılar aslında bir taşla iki kuş vurdular. Hem "irtica"yla mücadele adı altında Refah Partisi'ni iktidardan indirdiler, hem de bizzat Refahçılar eliyle halkın,"Susurluk Skandalı"yla ortaya çıkan "kirli devlete" karşı mücadelesini boşa çıkardılar.
O muhteşem sivil itaatsizlik örneği "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemi"ni hatırlayın... Bu ülke tarihinde belki de ilk kez milyonlar her akşam saat dokuzda "Yaşamımıza karışan kirliliğin son bulmasını istiyoruz!"temennisiyle lambalarını açıp kapadılar...
Avukat Ergin Cinmen ve Sürekli Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi öncülüğünde başlatılan bu eylem kısa sürede ülkeye dalga dalga yayıldı ve yaklaşık 30 milyon insanın katıldığı bir eyleme dönüştü.
Susurluk'ta ortaya saçılan devlet-çetemafya kirli ilişkisine Türkiye toplumunun yürekli bir çıkışıydı bu... O günlerde iktidarda Refah Partisi ve DYP vardı.
Ancak bir süre sonra toplumun bu çıkışı, 28 Şubatçıların ustaca taktiği ve medyanın estirdiği "şeriat gelecek" korkusuyla rota değiştirdi ve hükümete yöneldi.
Hükümetin Refah kanadı ise adeta tezgaha "Glu Glu dansı" ve "Mum söndü oynuyorlar" diyerek zemin hazırladı.
İktidarın öteki ortağı DYP'de bu tezgahtan pek rahatsız değildi çünkü Susurluk'un bir ayağında DYP vardı.
Tansu Çiller'in Kürt işadamları listesi, faili meçhul cinayetler, devletin çeteleşmesi ağırlıkla DYP'nin SHP ile iktidar olduğu dönemde gerçekleşti.
28 Şubatçılar, bir yandan Refah Partisi'ne yüklenerek, ortaya Müslüm Gündüzleri, Ali Kalkancıları, Fadime Şahinleri atarak toplumun kafasını karıştırıyor, öte yandan DYP'nin içini de Demireller, Cindoruklar vasıtasıyla oyuyordu. İşte bu ortamda"Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi" sivil rotadan çıktı ve "şeriata karşı" mücadelenin bir parçası haline geldi.
Bir anlamda 28 Şubatçılar, Refah'la birlikte DYP'ye de yüklenerek onları mağdur durumuna getirdi.
Oysa DYP, Susurluk'u yaratan ve 93'te bir nevi gizli darbeyle kendi komutanlarına suikast yapan, ülkeyi faili meçhuller diyarına dönüştüren zihniyetin siyasi ayağıydı.
Belki 28 Şubat'ın mağduru oldular ama Susurluk'un da failleriydi...
Peki, bir gün Susurluk'un kara defteri açılmayacak mı?
Ecevitler'in evi ve Kürt kimliği
Birkaç günlüğüne geldiğim Kastamonu Daday'da bu kez eski BaşbakanlardanBülent Ecevit'in baba köyüne de uğradım. Ecevit'in memleketi ve etnik kimliği zaman zaman yazı ve tartışma konusu oldu. Onunla ilgili ilk yazıyı rahmetli Musa Anter'de okumuş ve şaşırmıştım.
Anter, Ecevit'in dedesinin Kürt olduğunu ve mezarının Kastamonu Daday'da bulunduğunu mezar taşında da eski alfabeyle "Kürtzade" yazdığını yazıyordu. Daday'ın Sarıçam köyüne gidip Ecevit'in babası Fahri Ecevit'in doğduğu evi gördüm. Evin sahiplerinden ve Ecevit'in uzaktan da olsa amca çocuğu olan bir kadın şöyle diyordu: "Ecevit bizim dedelerimizle amca çocuğu.
Akrabayız yani... Bu ev de onların. Kürt diyorlar bize... Ama öyle miyiz bilmiyoruz." Dedesi Şükrü Efendi'nin Abdülhamit döneminin şeyhülislamı olması, büyük dedelerinin Kürtzade olarak anılması bilinen bir gerçek. Ecevit'in amcazade çocuklarından Mustafa Karahasan'ı bulup aile mezarlığına gidiyoruz. Eski mezar taşlarından eser yok. Mustafa Karahasan'a "Eski mezar taşlarına ne oldu?" diye soruyorum.
Cevabı kısa oluyor:
"Bilmem"
Her şey bir yana bu ülkede başbakanlık yapan Ecevit'in dedelerinin yaşadığı, babasının doğduğu evin korumaya alınıp müzeye dönüştürülmemesine de bir anlam veremiyorum.
Daday'la ilgili ilk kitabı yazan Serdar Bıyıklı, bu konuda şunları söylüyor:
"O evin Ecevit ailesi kadar tarihi yanı da önemli. Neredeyse 500 yıllık bir geçmişi var. Ecevit başbakan olduğu zaman çok sayıda bakan ve milletvekili gelip kontrol etti ve müze yapacaklarını söylediler ama sonra ne gelen oldu ne de soran..."
Yorum Yap