- 13.04.2012 00:00
Darbelerle yüzleşen Türkiye'de yeni bir sayfa açılıyor.
Önce Ergenekoncular, sonra 12 Eylül diktatörleri şimdi de 28 Şubat Postmodern darbesine imza atan "güçlü" isimler ardı ardına yargı önüne çıkıyor.
Bir anlamda yeni bir tarih yazılıyor. Düne kadar darbelerin güçlü isimlerine kimse dokunamazken, bugün birer ikişer ifadeye çağrılıyorlar, çoğu da tutuklanıyor. Bu süreci o çok karşı çıkılan, "Hayır"la veya "boykot"la engellenmeye çalışılan 12 Eylül 2010 referandumu açtı.
O referandum sürecinin belki de en hüzünlü yanı, darbelerden çok çeken solun bir kısmının, ulusalcı- Kemalistlerin kuyruğuna takılıp, darbecilerin yargılanma yolunun açılmasına karşı çıkmalarıydı.
"Sıkıysa 12 Eylülcüleri, 28 Şubatçıları yargılayın" argümanıyla darbecilerle aynı safta yer aldılar. Şimdi iki darbeyi yapanlar da yargı önünde... 12 Eylül darbecileri Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya ve onların 90'lı yıllardaki versiyonlarıÇevik Bir ve Erol Özkasnak gibi önde görünen isimler dahil herkesin hesap vereceği bir zamandayız.
Meclisi ilga etmek, seçilmiş hükümeti zorla iktidardan düşürmek kimsenin yanına kâr kalmamalı. 28 Şubat denince özellikle Çevik Bir adı simgesel açıdan çok önemli. Daha birkaç gün önce CHP'li bir arkadaşım şöyle diyordu: "Bir, ABD'nin adamı o yüzden kimse dokunamaz." Bu soruşturma kimsenin dokunulmaz olmadığını gösteriyor. Türkiye geleceği için bu hesaplaşmayı yapmak zorunda.
Soruşturmanın Çevik Bir veya şu anda adı geçenlerle sınırlı kalmayacağı da açık. Dönemin genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı, "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen sonraki genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da soruşturmanın kapsama alanında.
Aslında 28 Şubat Postmodern darbesinin gerçekleşmesinde emir komuta zincirinde yer alanlar kadar, o sürecin organizasyonuna destek veren apoletli siviller de bu kapsama alanına girecek.
Başta dönemin Cumhurbaşkanı Demirel olmak üzere siyasetçisi, yargı mensubu, medya görevlisi kısaca "darbeyi meşru" gören herkes, ifade verdikçe Türkiye toplumu da "Balans ayarlı" Müslüm Gündüz'lü, Ali Kalkancı'lı kirli bir tezgâhın nasıl kurulduğunu görecek. Kuşkusuz bu kolay bir süreç değil. Türkiye ilk kez darbelerle yargı önünde hesaplaşıyor. Yargı, Ergenekon ve Balyoz gibi darbe girişimleri yargılamasıyla ciddi deneyim kazandı. Adil yargılanma hakkı dikkate alınarak bu sürecin daha sağlıklı geçirilmesi gerekiyor.
Biraz geç kalındı ama artık Türkiye'de de bir dönemin dokunulmaz isimlerine dokunuluyor olması her şeyden önemli. Bu süreçte en sıkıntılı kesim CHP ve bir kısım sol. Onlar darbelerden çok çekmelerine rağmen darbelerle yüzleşmede iyi imtihan vermedi. Bu nedenle siyaset geliştiremediler.
28 Şubat'ın yargı önüne çıkartılması onların da "günah"larından arınmaları için tarihi bir şans sunuyor. Bakalım "sol" bu şansı fırsata dönüştürüp ders çıkartacak mı?
Yeşil yaşıyor mu?
MİT'in yargıya cevap vermesi alışılmış şeylerden değil. Ama Diyarbakır'da sürdürülen Musa Anter ve Ayten Öztürk soruşturmaları kapsamında savcılığın "Yeşil"le ilgili sorusunu MİT yanıtladı.
Yanıtta ilginç bir ayrıntı dikkat çekiyor. O da şu: Birkaç operasyonda MİT'le çalıştığı kabul edilen Yeşil'in 1988'de PKK'dan kaçan Şemdin Sakık'ın getirtilmesinde de görev aldığı bilgisi yer alıyor. Bu çok ilginç. Eğer bu doğruysa Yeşil'in yaşadığı kesin.
MİT, Yeşil'in soruşturulmasında bir sakınca olmadığını söylüyor ama yaşadığına dair bilgi yok. Öncelikle Sakık bilgisi doğru mu merak ediyorum. Ayrıca adı onca karanlık olaya karışan bir adamı, ülkenin istihbarat teşkilatı bilmiyorsa yargı nasıl soruşturacak?
Soruştursa bile sonuca ulaşabilir mi?
Yorum Yap