- 7.04.2012 00:00
İki gündür Ankara'da 12 Eylül darbecilerinin yargılandığı Adliye Sarayı'nın önünde biriken toplumsal tepkiyi yakından izledim. "Hayır" cephesinde yer alıp, o alanda buluşanların hem 12 Eylül'ün yargılanmasını isteyip, hem de AK Parti karşıtlığı nedeniyle sevinçlerini gizlemeleri hüzün vericiydi.
Elbette daha fazlasını isteyecekler ama şöyle bir doya doya "Çok şükür bugünü de gördük" diyememeleri içlerinde ukde kalacak gibi geliyor bana... Ne yazık. Bu konuda darbelerin siyasi hedefi olan DP-AP ve DYP çizgisinin önemli aktörleri de iyi sınav vermedi.
En dikkat çekici isimse eski Cumhurbaşkanı Demirel'di. Her darbede şapkasını alıp giden Demirel, 12 Eylül darbecilerinin yargı önüne çıkartılmasını önemsizleştiren bir tavırla şöyle diyordu:
"Ben hesaplaşmamı siyaseten yaptım. 1987'de referandumda hakkımı aldım. Sonra yine hükümet oldum, cumhurbaşkanı oldum."
Gördüğünüz gibi darbelerle hesaplaşmada neden 32 yıl geç kaldığımız şimdi daha iyi anlaşılıyor. Demirel gibilerin derdi kendi hesapları...
Binlerce insanın işkenceden geçmesi, gözaltında kaybolup öldürülmesi, idam edilmesi, ülkenin geri kalması umurlarında değil. Hiç olmadı da zaten.
Onu yeniden başbakan yapan 1991 seçimlerinden sonraya bakın... Vaat ettiği "Konuşan Türkiye" susmuş, şeffaf karakollar işkence merkezine dönüşmüştü. Kendi deyimiyle "rutin dışına" çıkan devlet, sokak ortalarında infazlar gerçekleşiyordu.
Nazlı Ilıcak, Demirel'in kişisel olarak sandıktan çıkışını hesaplaşma olarak niteliyor ve haklı buluyor. Oysa Demirel sandıktan çıkarak 12 Eylül'le hesaplaşmadı tam aksine 12 Eylül'ün daha güçlü bir şekilde devamını sağladı ve rahmetli Turgut Özal'ın başlattığı değişim sürecini kesintiye uğrattı. Bir anlamda Demirel, vesayet rejiminin muhafazakâr kesimdeki "Truva atı"ydı. O rolünü de 90'lı yıllarda merkez sağı bitirerek ve Türkiye'yi gerileterek yerine getirdi.
28 Şubat'ta ve 2000'li yıllardaki rolü de aynı doğrultudaydı. Belki de bu nedenle sadece 12 Eylül ile değil, Demirel gibi bu darbeleri meşrulaştıran siyasi aktörlerle de hesaplaşmamız gerekiyor.
Kılıçdaroğlu ve Kamalak'a çağrı
Neredeyse bir ay oldu "Gerçek Hayat" dergisi Ortadoğu temsilcisi Adem Özköseve kameraman Hamit Coşkun Suriye'de tutuklu...
Birçok gazeteci ve sivil toplum örgütü girişimde bulundu ama sonuç yok. Suriye'deki iç savaş koşulları ve Türkiye-Suriye ilişkilerindeki gerginlik bu gazetecilere ulaşmayı engelliyor.
Yıllar önce İran-Irak savaşı döneminde İran'da tutuklanıp 11 gün hücrede kalan bir gazeteci olarak, hukukun işlemediği "iç savaş" koşullarının sürdüğü bir ülkede tutukluluğun ne anlama geldiğini iyi biliyorum. Belirsizlik umutsuzluk yaratırken, her an ölümle yüz yüzesiniz. Başınıza neyin, ne zaman geleceğini bilmeden beklemek tam bir işkence.
Adem ve Hamit'e sabırlar diliyorum. Bir an önce özgür olmaları için de bir şeyler yapılmalı. Ben İran'da tutukluyken devreye dönemin başbakanı rahmetli Özalgirmiş ve Devlet Bakanı Kazım Oksay'ı görevlendirmişti. Bakan Oksay'ın çabasıyla kurtarılıp Türkiye'ye dönmüştüm.
Suriye ile ilişkiler gergin olduğu için hükümetin girişimleri sonuç vermeyebilir. Ben CHP ile SP'nin devreye girmesinin etkili olacağına inanıyorum. Biliyorsunuz, geçen yıl CHP'den önce Faruk Loğoğlu sonra da Birgül Ayman Güler Suriye'ye gitti. Ardından SP lideri Mustafa Kamalak da gitti ve diktatör Beşar Esad'la görüştü. Siyaseten çok eleştirildiler ama bari bu çabadan hayırlı bir sonuç çıkartabilirler. İki partinin bir heyet oluşturup iki gazeteciyi kurtarma şansları var. Buradan CHP lideriKemal Kılıçdaroğlu ve Saadet Partisi lideri Mustafa Kamalak'a sesleniyorum:
İç savaş yaşanan bu ülkede her an her şey olabilir, bir an önce devreye girip bu gazetecileri kurtarın!!!
Yorum Yap