- 7.01.2012 00:00
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanması, bir ilk olması kadar, kritik bir eşiğin aşılması anlamına da geliyor.
Hiç kimse dokunulmaz değil. Genelkurmay başkanı eski devletin görünmeyen en üst makamı ve karar mercisiydi. Kimseye karşı sorumlu değildi ama bütün devletin ve milletin tek sahibi gibiydi. Gerçekte pozisyonu başbakanların da cumhurbaşkanlarının da üzerindeydi.
Böyle olduğu için 1960'ta başlayan askeri darbeler ve muhtıralar dönemi hep sürdü. Siyasi iktidarların alanı belliydi ve ülkenin temel sorunlarında söz söyleme hakları yoktu. Her darbe ve müdahalede başbakanlar ve siyasi liderler ya idam edildiler ya tutuklandılar ya da şapkalarını alıp gittiler.
Hukukun üstünlüğü hep sözdeydi ve silahı elinde bulunduranların hukuku geçerliydi. 2007'de başlayan Ergenekon dava süreci bu durumu değiştiren ilk adım oldu.
O sürece karşı öyle bir direniş sergilendi ki bazen toplumun kafasında "Bu iş fazla sürmez. Sonuna kadar gidilmez" kanaati oluştu. Susurluk'a, 28 Şubat'a, hatta 27 Nisan e- muhtıraya dokunulmaması algısı yaratan da bu gizli kanaatimizdi.
Şimdi, yakın bir dönemde genelkurmay başkanlığı yapan Başbuğ'un tutuklanması, bize Susurluk Skandalı'nın da 28 Şubat sürecinin de üzerine gitme fırsatı verdi. Kime uzanırsa uzansın, kelli felli siyasetçilerden balans ayarcısı askerlere, hepsinin üstüne gidilebileceğini gösterdi. Türkiye korku duvarını aşmış oldu böylece.
Aslında son dönemde sessiz ama derinden atılan adımlar da bu gidişatı tamamlıyor.
Sadece asker kişilere değil, darbelere destek veren sivillere yönelik yargı sürecinin işliyor olması bu açıdan önemli...
Bedrettin Dalan'ın mal varlığına el konulması, Mehmet Haberal'ı kurtarmak için girişimler yaptığı iddiasıyla eski bir bakan ve çocuklarıyla ilgili soruşturma açılması, yargının işin peşini bırakmadığını gösteriyor.
Birkaç gün önce önemli bir değişim daha oldu. Medyada "Askerin kalbi MİT'e bağlandı" başlıklarıyla Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı'nın MİT'e devredildiği yazıldı. Arkasından MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın basınla buluşmasında MİT'in yeniden yapılandırıldığı ve bütün istihbaratın tek merkezde toplanacağı bilgisi yer aldı.
Bunlar Türkiye'nin yeniden yapılandığının işareti. Bundan sonra darbelerden medet umma yerine siyaset ön plana çıkacak ve herkes daha çok hukuk, daha çok demokrasi isteyecek.
CHP "tüzük" derdinde
CHP'nin kronik hastalığı "delege savaşları" bir duruyor bir hızlanıyor. Şimdi yeni bir hareketlenme var. Baykal ve Sav'cılar son kozlarını, Kılıçdaroğlu ve çevresi de iktidarın avantajıyla son tangolarını oynamaya hazırlanıyor. Bir taraf tüzük kurultayı peşinde, öteki taraf hızla kongreleri bitirip kadrosunu oluşturma derdinde.
Baykalcılar "demokrat bir tüzük" için 250 imza toplama kampanyası başlattı. Ancak Kılıçdaroğlu ve ekibi de hızla kongre sürecini başlatarak muhalefetin bu talebini boşa çıkartmaya çalışıyor.
İşte bu kavgada genel sekreter Bihlun Tamaylıgil'in ilginç çıkışı dikkat çekiyor. Usta bir manevrayla Tamaylıgil, mevcut yönetimin planını bozmak için kongrelerin yapılacağı yer, saat ve delege listesinin genel merkeze bildirilmesini istiyor.
"Bunda ne var" diyebilirsiniz. Ama CHP'nin alışkanlığıdır kongreleri oldubittiye getirip ekibini oluşturmak. İşte Tamaylıgil buna izin vermek istemiyor. Anlaşılan kavga yönetimin içinde de sürüyor.
Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, tüzük kurultayı çağrılarının etkisini azaltmak için şu mesajı veriyor: "Martta ilçe kongrelerimiz başlıyor. Bir genelge yayınlayacağız, her ilçe kongresinde gündeme bu maddenin eklenmesini istiyoruz. Tüzük değişikliklerinden beklentiler nedir? Daha sonra 81 il kongresinde de tartışılsın ve haziranda tam hazır olalım, temmuz veya ağustosta rahatlıkla tüm tartışmalar bitmiş bir biçimde bu kurultayı yapalım istiyoruz."
Yorum Yap