- 11.06.2013 00:00
Gezi Parkı olayları siyaset için derslerle dolu. Buradan alınacak dersler yeni siyaseti şekillendirecek.
Başbakan Erdoğan ve partisi hâlâ refleksi en güçlü parti olduğu için hemen harekete geçti.
İçinde risk barındırsa da mitingler ve karşılamalar, toplumun sadece Gezi Parkı'na destek verenlerle sınırlı olmadığını gösteriyor.
Buradaki siyaset dili, biraz da olayların arkasındaki karanlık ilişkiler nedeniyle sert olmasına karşın, hâlâ bir diyalog kapısını da açık bırakıyor.
Başbakan Erdoğan'ın şu sözü bu açıdan bir ölçü:
"Eğer çevreciyseniz başbakanınız olarak emrinizdeyim..."
AK Parti'nin İstanbul ve Ankara çıkarmaları toplumsal gerilimi aşağı çekmede önemli oranda etkili oldu.
Çünkü bu tür, hızlı ve yaygınlaşan toplumsal olaylarda iki yol var; ya aynı biçimde şiddetle cevap vereceksiniz ya da diyalog yolunu seçeceksiniz.
Eski devlet olsaydı hiç kuşkusuz birinci yolu seçecekti. Ya da askerler devreye girip"Taksim muhtırası" verecekti. Ama zemini bizzat AK Parti ortadan kaldırdığı için meydan siyasetiyle diyalog yolu seçildi.
İyi de oldu. Buradan Türkiye kazançlı çıkacak.
Taksim Platformu'nun son bildirisi de bunun etkili olduğunu gösteriyor. İlk bildiride sivil muhtıra gibi maddeler varken dün üç maddeyle talepler makul bir seviyeye çekildi.
O maddelerden biri inşaat yapan şirketle ilgili, ikisi ise makul:
- Gezi Parkının tek bir ağacına dokunulmadan park olarak kalması ve işlevi ne olursa olsun hiçbir yapılaşma planlanmaması. Taksim'de yeni bir dalış tüneli yapılmaması.
- Polisin hukuk dışına çıkarak uyguladığı şiddetin sorumluları hakkında soruşturma başlatılması.
Bu konuşulabilecek talep Gezi Parkı'nın da normalleştiğini gösteriyor.
Ve bir not: Yıllardır iyi niyetle birçok insan kendisine göre, şöyle veya böyle konuşması gereken bir Başbakan tarifi yapıyor. Oysa Türkiye siyasetinin asıl sorunu, Başbakanın dilinden çok AK Parti karşısındaki muhalefetin kendisini doğru konumlandırıp, tarif edememesi...
Doğru eksende siyaset yapan bir ana muhalefet olsaydı, bu yanlışları yaşamazdık.
Meslek odalarının sivilleşmesine muhalefet karşı mı?
Birkaç kez meslek odaları, yani başta sanayi ve ticaret odaları olmak üzere bu tür meslek kuruluşlarının "sivil" olmadığını yazdım.
Zorunlu üye yapmak, aidat almak ve siyasi meselelerde hep devletin yanında olmak bu kurumların temel özelliği...
Bunları da devletin onlara bahşettiği "kamu kurumu" sayıldığı için yapıyor.
İnanılır gibi değil, bir meslek örgütü neden kamu kurumu sayılsın?
İşin belki de püf noktası burası.
Şimdi yeni bir anayasa hazırlama sürecinin içindeyiz. Bu konu da anayasa hazırlayıcılarının gündeminde...
Peki, ne yapılıyor?
Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Şentop, meslek kuruluşlarının mevcut misyonuyla ilgili bir tespit yapıyor:
"Mesleği yapmak isteyenler bunlara üye olmak zorunda. Başka alternatifleri de yok. Meslek kuruluşlarına kamu kurumu niteliği, devlet kontrolü getirmek için yapılmış... Geçmişte 28 Şubatçılar'ın, şimdi de iktidarın yanındalar. Bunların sivil kurumlar olması lazım. Ama bakıyorsunuz ne kuş ne deve..."
İktidar partisine mensup bir üye, bu tespiti yaparken muhalefet partileri ne yapıyor?
Şentop, muhalefet partilerinin meslek örgütlerinin bu pozisyonunun değişmesine karşı çıktığı için anlaşma sağlanamadığını söylüyor.
Muhalefete soruyorum, bu doğru mu?
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ovur/2013/06/11/siyasetle-cevap-geziyi-normallestiriyor
Yorum Yap