- 13.04.2013 00:00
AB'nin küçük ama zengin ülkelerinden biri olan Lüksemburg'da bir araya geldiğimiz birkaç gazeteci ve bürokratla "çözüm süreci"ni konuşurken şunu daha net gördüm:
"Eski devlet öyle bir şartlandırma yapmış ki, çatışmalı 30 yıla ve yüzyıllık tarihe rağmen başta Kürt meselesi, bu ülkenin yaşadığı sorunlar bilinmiyor."
Medya ve bürokrasi, Türkiye'nin önemli sorunlarının içinde olmalarına rağmen ne yazık ki o sorunlara en yabancı olanlar. Bugün Batı'da ve kıyı kentlerinde çözüm sürecine az destek çıkmasında bu kesimlerin etkisi büyük.
Bu gerçeği araştırmalar da ortaya koyuyor. Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Leyla Neyzi ve Haydar Darıca'nın birlikte Muğla ve Diyarbakır'da 100 gençle yaptıkları araştırma bilgi eksikliğini ortaya koyuyor:
"Ne dertleri var?"
Kendi kardeşinin ne derdi olduğunu bilmemek, Cumhuriyet tarihi boyunca bölgede nelerin ve neden yaşandığını bilmemek çözüm sürecini de zora sokuyor.
Ortak ve eşit bir yaşam kurmanın yolu birbirini tanımak ve ne istediğini bilmekten geçiyor. Yıllardır hayatımızı esir alan şiddet -bence bilinçli biçimde- bu gerçeği ustaca gölgeledi. Kimse insanı, insan olmaktan çıkartan "devlet sistemini ve uyguladığı zulmü", onun karşıtı olarak doğan PKK şiddeti nedeniyle tartışamadı.
Nihayet son on yılda yaşanan demokratikleşme ve normalleşmeyle toplumun önemli kesimi gerçeği gördü ki, şimdi barış süreciyle önümüzde yeni bir dönem açılıyor.
Geçmişimizle yüzleşecek ve yapılanlarla helalleşeceğiz. İnsanımızı tanıyacak, ne istediğini öğreneceğiz. Bu noktada siyasete büyük görev düşüyor. Başta AK Parti olmak üzere en azından barış sürecine açık destek veren partiler, öncelikle Türkiye'de bir Kürt gerçeği olduğunu, onun çözüm sürecine girmesiyle diğer sorunların da aşılacağını ve "ortak vatan"ın böyle mümkün olacağını topluma anlatmalı. Ancak hâlâ bu ülkenin ana muhalefet partisi CHP'de sorun var. Hem de hükümetin bilgi vermesi veya tavrıyla ilgili olmayan "derin bir sorun"...
Böyle bir sorun var ki, parti yönetimindeki isimler bile birbirini "hainlikle" suçluyor. Umarım, CHP'nin sosyal demokratları bu gerçeği görüp, tarihin dışına düşmeden sürece dahil olurlar.
İşkencede öldürülen Nurettin Yedigöl
Türkiye geçmişiyle yüzleşme ve helalleşme süreci yaşıyor. Şiddeti devreden çıkartan barış süreci bunu gerçekleştirmede dönem noktası olacak.
Bu helalleşmenin önemli bir ayağını da gözaltında kaybolanlar oluşturuyor. Cumartesi Anneleri'nden ve Berfo Ana'dan biliyoruz, onlarca anne yıllardır aynı bekleyiş içinde: "Bari çocuğumun mezar yerini söyleyin."
12 Eylül askeri diktatörlüğü döneminde onlarca genç gözaltında yok edildi. Alındığı yer, tarih belli ama akıbeti belli değil. Sormaya kalkanların bile başına olmadık işler geldi. Onlarda biri de 1981'de MLSPB üyesi olmaktan gözaltına alındıktan sonra polisçe "işkence ile öldürülen" Nurettin Yedigöl. Yedigöl'ün ölüme gidişine tanıklık eden Battal Uğun, içini yakan bu acıyı unutturmak istemiyor ve 32 yıl sonra isyanını şöyle dile getiriyor:
"Yedigöl, İstanbul Gayrettepe Siyasi Şube'nin K Grubu'nda işkenceyle öldürülüp, cesedi ortadan kaldırıldı. Olay diğer işkencede ölüm ya da faili meçhullerden farklı. Çünkü Nurettin'i öldürmek için işkence yaptılar. Yoksa konuşturmak için yapılan işkencede istemeden öldürülmüş değildir. Bu insanlık suçunu işleyenlerin adalete hesap vermesini istiyoruz."
Yorum Yap