- 26.03.2013 00:00
Newroz'la gelen barışın ve iyimser havanın sürmesinin en önemli koşulu silahların devreden çıkması olacak.
Çatışmanın sürdüğü 30 yıla bakın, hep geç kalmakla- görmezden gelmek arasında gidip geldi Türkiye.
Kürt varlığı kabul edildi, Kürtçe yasak sürdü, Kürtçe yasak kalktı, TV'ye izin verilmedi, TV izni çıktı, bu kez de Kürtçe eğitimden korkuldu.
Bazen silahlar sussa bile bu durum değişmedi. Alın Cumhurbaşkanı rahmetli Özaldönemini veya 1998 sonrası olanları.
Öcalan, her iki dönemde de bugünküne benzeyen bir yaklaşım sergiledi ama karşılık bulmadı. Bulamazdı çünkü devleti yöneten asker-bürokrat elitler gerçekte çatışmanın bitmesini istemiyordu.
Böylece şiddetin varlığı, Kürt meselesini ötelediği gibi vesayet rejimini de dokunulmaz kılıyordu. Bu eski devlet politikasıydı.
Bu statüko, 2005'te Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasıyla sarsıldı. Ama yıkılmadı.
Türkiye tam 8 yılını bu statükoyu geriletmekle geçirdi. Ergenekon ve darbe girişimleri davası, 12 Eylül referandumu bu mücadelenin dönüm noktalarıydı.
O dönemde yazdım, bu süreç Kürt siyasi hareketinin de yüzünü sivil iktidara çevirmesiyle sonuçlanacak. Gerçi PKK, biraz Ortadoğu konjonktürü, biraz da sivil ve askeri kesimlerin dolduruşuyla Oslo sürecini sabote edip, 2012'de çatışmayı yükseltti ama sonuç alamadı, alamazdı da.
Çünkü yeni zamanın ruhu buna uygun değildi. Ayrıca Türkiye o zamanın ruhunu iyi okuyan, arkasında güçlü halk desteği olan bir siyasi lidere Başbakan Tayyip Erdoğan sahipti.
Başbakan Erdoğan, çatışma zeminine rağmen "değişim ve reformlara" yönelik rotasını değiştirmediği gibi Türkiye toplumunun güvenini kazanacak hassas bir siyaset izleyerek bugünlere gelinmesini sağladı. Uyarılarımıza rağmen "Milliyetçi oldu, iş bitti" diyenleri hatırlıyorum. Bu gerçeği o günlerde Leyla Zana gördüğü için, "Bu sorunu siz çözersiniz" demişti.
Bugün eğer içeride ve Ortadoğu'da bir barış rüzgârı esiyorsa bunda "zamanın ruhunu doğru okuyan" bir lidere sahip olmamızın büyük etkisi var.
Elbette bundan sonrası da kolay bir süreç olmayacak. Ama inanıyorum ki son on yılda yaşananları aşan bir Türkiye, Kürt siyasetinin sivilleşmesiyle önümüzdeki zorlukları çok daha rahat aşacak ve gerçek demokrasiye ulaşacak.
Savaşta büyük olmak!
Ülkede, barış havasının hüküm sürmesi gerçekten insanın içini ısıtıyor. O havanın medyaya yansıması da iyi bir şey... Hatta bugünü milat yapıp düne fazla takılmamak gerektiğini de düşünüyorum.
Ancak medyanın bir kısmının birdenbire barış havarisi kesilmesinde de insanı rahatsız eden bir şeyler var.
Sadece samimiyetsizlik değil "bilinçli" başka bir şeyler. Bunun ne olabileceğini birkaç gün önce Diyarbakır'da Yazı İşleri toplantısı yapan Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni sevgili arkadaşım Enis Berberoğlu'nun satır aralarında buldum. Kendisinin de tanımlamakta zorlandığı bir tespiti aktarıyor:
"Diyarbakır izlenimleri gün boyu sosyal medyada tartışıldı. Benim favori tweet'imi seçtim. Ama hakaret mi, övgü mü karar veremedim: Hürriyet savaşta da, barışta da büyük..."
Bu satırlarla yine Hürriyet'in eski yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün "Türklerin yüzde 52'si Kürtlerle birlikte yaşamak istemiyor" araştırması üzerine yazdıklarını birlikte düşündüm.
Ve merak ettim; Acaba bir gazetenin "savaş"taki büyüklüğü o toplumda nelere yol açıyor?
Yorum Yap