- 21.03.2013 00:00
Bugün Newroz. Doğanın kendini yenilediği yeni gün demek. Bu yanıyla birçok halkın kutladığı bir bayram. Ama Kürtler, Kürt siyasi hareketleri Newroz'a siyasi misyon da yükleyerek kimlik mücadelesinin simgesel günü haline getirdi. Bu yeni de değil. Geçmişi hayli gerilere uzanıyor.
Geleneksel Nevruz'u çocukluğumuzdan biliriz ama siyasi boyutlu Newroz'la ilk 70'li yıllarda tanıştım.
İstanbul Tepebaşı'nda Tepebaşı Gazinosu vardı. 1977'de Kürt siyasi hareketlerinden benim de aralarında bulunduğu Devrimci Demokratlar grubu Newroz gecesi düzenlemişti. Rahmetli Ruhi Su ve birkaç Kürt sanatçı türküler söyleyecek, konuşmalar yapılacak ve bir grup genç de "Demirci Kawa" efsanesini canlandıracaktı.
Demirci Kawa, Newroz ateşinin doğuş efsanesiydi. Zalim hükümdar Dehak'a karşı halkın isyanını temsil eden Demirci Kawa, hükümdarı öldürdüğünü ateş yakarak halka duyuruyordu.
İşte o kısa oyunun oyuncularından biri de bendim. Sevgili dostum Abidin Alkoyun'un yazdığı oyunda kısacık rolüm için günlerce çalıştığımı hatırlıyorum. Başarılı oynadığımı sanmıyorum ama iyi bir geceydi. En azından sahne arkasında ünlü sanatçı Ruhi Su'yu yakından görmüştüm.
O günler, silahlı şiddetin olmadığı, demokratik mücadeleyle de hakların alınabileceği umudunu taşıdığım günlerdi. Ama olmadı. Türkiye, 12 Eylül darbesiyle farklı yöne savruldu ve 30 yıla yaklaşan silahlı çatışmayla ağır bir bedel ödemek durumunda kaldı.
Şimdi yeniden demokratik yollardan hak aranabilecek günlere dönüyoruz. Herkesin, etnik, dini ve siyasi kimliğiyle kendini özgür hissettiği bir Türkiye. Daha ayakları yere basan bir akılla oraya doğru gidiyoruz. Çünkü aradan geçen 40 yılda devlet de, siyasi aktörler de toplum da çok değişti.
Bugün 21 Mart Newroz bayramı. Diyarbakır'da kutlanacak bu bayramın Türkiye toplumunun barış bayramına dönüşme şansı çok yüksek. Çatışma ve gerilimin son, barışın ilk bayramı olması dileğiyle Newroz Piroz be...
Faili meçhuller bir gün çözülür mü?
Anayasanın 90'ıncı maddesi "temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır" diyor.
Hem de 2004'ten bu yana... Ama ne hikmetse(!) bugüne kadar bu yolu deneyen yargıç veya savcı sayısı bir ikiyi geçmedi.
Birkaç gün önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, konuyla ilgili önemli bir adım attı. Hem de 12 Eylül darbesine giden yolu açmak için gerçekleştirilen 16 Mart Katliamı'nın 25'inci yılında. O dava da diğerleri gibi derin yapı tarafından zaman aşımına uğratılmıştı.
Savcılığın bu adımıyla Türkiye'de "yaşam hakkı ve işkence yasağını" düzenleyen maddeleri ihlal eden kamu görevlileriyle ilgili soruşturmalarda eski ceza yasasının getirdiği "af ve zamanaşımı" artık söz konusu olmayacak. 80 öncesinde de sonrasında da işlenen tüm cinayet ve katliam dosyaları açık tutulacak.
Peki, Türkiye'yi faili meçhuller ülkesine dönüştürenler bir gün yargı önüne çıkar mı?
Umut var. Eğer 12 Eylül'ü yapanlar bir biçimde yargıya hesap veriyorsa, o katliamların, suikastların failleri de elbet bir gün yargıya hesap verir.
Sadece bu duygu için bile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın attığı adım anlamlı ve önemlidir.
Yorum Yap