Fransa'dan alınacak ders ne olmalı?

  • 1.01.2012 00:00

 Tarihe benzer gözlüklerle baktığımız Fransa'nın geçmişi ile yüzleşmesinin evrimi, henüz başında olduğumuz benzer bir süreç için bize önemli dersler sunmaktadır. Bu alanda alınacak uzun yolu bulunan Türkiye'nin söz konusu derslerden yararlanması anlamlı olur

Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'ni "ideal" rejim olarak kavramsallaştırarak onu Türkiye şartlarında yeniden yaratmayı hedefleyen "Cumhuriyetçiliğimiz," "tarih"e yaklaşım konusunda da Fransa örneğinden derin biçimde etkilenmiştir.
Bu benzerliğin Türkiye'de "tarihle yüzleşme" tartışmasının gündemde olduğu bir dönemde vurgulanması, içselleştirdiğimiz için doğal bulduğumuz söz konusu"tarih" yaklaşımının sakıncalarını görmemize yardımcı olabilir. Ancak bu yapılırken toplumumuzun bu konuda Fransa'nın 1960'lı yıllar sonundaki durumuyla benzerlik gösterdiğini, yâni henüz "resmî tarihi sorgulama" aşamasında bulunduğunu belirtmek yararlı olur. 

Fransa geçmişiyle nasıl yüzleşti? 
Fransa'da "Cumhuriyet"in meşruiyetini sağlama ve vatandaşları"kimliklendirme" alanında en önemli araç olarak görülen "tarih"e yaklaşım, Anglo-Sakson dünyasıyla ciddî farklılıklar göstermiştir. Bunda Fransa'da "uzlaşmayı reddeden" ve "ahlâk" benimsetmeyi görevi olarak gören bir "cumhuriyetçi"ideoloji geliştirilmiş olmasının önemli rol oynadığı şüphesizdir.
Dolayısıyla resmî Fransa'nın geçmişi farklı kolektif hafızaların çoğulcu ortamda uzlaştırılması yoluyla değil, yasalarla tarihselleştirmeye çalışması şaşırtıcı değildir. Fransa'da 1990 sonrasında kabûl edilen "hâtıra kanunları," tarihe ilişkin bir yargıya, itiraza kapalı, "res judicata," statüsü sağlamakla kalmayarak, onları"tartışılmazlık" zırhına büründürmektedir.
Bu tür kanunlar yapımını doğuran ise Fransa'nın kendi anti-semitizmi ile yüzleşmesi, bu alanda inşa edilen tarihi sorgulaması olmuştur. Fransız tarihçiliği, uzun süre dönem üzerine en önemli çalışma olarak kabûl olunan Robert Aron'un Vichy Tarihi(1954) kitabında da ileri sürüldüğü gibi, rejimin işlediği insanlık suçlarını işgalci Naziler ve az sayıda "işbirlikçi"ye yüklemiş, Fransızları ise Charles de Gaulle'ü destekleyen "direnişçi bir ulus" olarak kavramsallaştırmıştı.
İlginçtir ki bu kavramsallaştırmaya ilk büyük darbe bir tarih araştırmasıyla değil, Marcel Ophüls'ün The Sorrow and the Pity (1969) adlı belgesel filmiyle vurulmuştur. Ophüls, işgal altındaki Clermont-Ferrand şehrini ele alıyor ve zannedilenin tersine Nazilerin uzun süre Vichy rejiminin siyasetlerine karışmadıklarını, Yahudilere karşı gerçekleştirilen uygulamaların yerleşik Fransız anti-semitizminin ürünü olduğunu ortaya koyuyordu. Bu ise Fransız resmî söylemine önemli bir darbe vuruyordu. 

Yasa ve tarih 
Resmî tarihin Vichy rejimi ve antisemitizm üzerinden sorgulanması, Fransız aşırı sağının Richard Verrall ve Arthur Butz benzeri Anglo-Sakson Holocaust inkârcılarının tezlerine dört elle sarılmasına neden oldu. Robert Faurisson benzeri akademisyenler ile Jean-Marie Le Pen'in başını çektiği siyasetçilerin eski rejimi savunma amacıyla soykırım inkârcılığına sığınmaları ise iki temel netice doğurdu.
Bunlardan birincisi 1987'de yaratılan "negationnisme" kavramıyla "soykırım inkârcılığı"nın, "revizyonist tarih"yazımından ayrı bir faaliyet olarak kavramsallaştırılmasıydı. İkinci netice ise bu tür eylemlerin cezalandırılmasında 1972 tarihli Pleven Kanunu'nun yerine soykırım sorgulamasını "çağdaş antisemitizm" olarak yorumlayan Gayssot Kanunu'nun geçirilmesiydi.
Gayssot Kanunu, Fransız İnsan Hakları Derneği, Basın Birliği, pek çok hukukçu ve tarihçiyle Senato'nun itirazlarına rağmen yasalaşarak değişik "revizyonizm"leri hedef alan "hâtıra kanunları"nın yolunu açtı. "Ermeni Soykırımı'nı Tanıyan Kanun"(2001) ve "15. asır sonrasında gerçekleşen esir ticaretini insanlıksuçu" olarak tanımlayan Taubira Kanunu (2001), son tahlilde, "sorgulama"ya tavır alan yasalardır. Nitekim ünlü tarihçi Olivier Petre-Grenouilleau, Senato ödülünü kazanan Les traites negrieres kitabında "esir ticaretinin on üç asra yayıldığı ve beş kıtada uygulandığı"nı söyleyerek "Atlantik esir ticaretini önemsizleştirmeye çalıştığı" ve böylece Taubira Kanunu'nu ihlâl ettiği gerekçesiyle Antiller, Guyana ve diğer bölge sömürgelerinden tehcir edilenlerin yakınları tarafından kurulan bir dernek tarafından 2005'te dava edildi.
23 Şubat Kanunu (2005) olarak anılan ve 4. Maddesi "ders programlarının, bilhassa Kuzey Afrika'daki Fransız denizaşırı varlığının [sömürgeciliğinin] olumlu yönlerini de vurgulamasını" talep eden düzenleme ise Fransız muhafazakârlığının tarih yazımına ve anlatımına müdahalesinin ilginç bir örneğidir. Ancak Jacques Chirac gösterilen tepkiler üzerine "bir cumhuriyette resmî tarih olmaz, tarih yazımı tarihçilere bırakılmalıdır" diyerek, kanunun söz konusu maddesinin iptalini sağlamıştır. 

Alınacak ders 
Günümüzde "tarihiyle yüzleşme" eyleminin ilk aşamalarında olan toplumumuzun tarihe benzer gözlüklerle bakan Fransa'dan alacağı önemli dersler vardır. Fransa'nın 1960'lı yılların sonlarında geçmişiyle yüzleşmeye başlaması bilhassa aşırı sağın şiddetli tepkisine ve inkârcı tezlere sarılmasına yol açmıştır. "Cumhuriyetçi" geleneğin buna cevabı da "yasal önlem" şeklinde gerçekleşmiştir. Bu ise tarih yazımı ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara neden olduğu gibi, tarihin yorumunun kanunla düzenlemesine ulaşan bir süreç başlatmıştır.
Tarihçinin "resmî tez savunma memuru" olarak görüldüğü, "monolitikleştirilen" geçmişin "mükemmeliyet" zırhına büründürülerek kutsandığı Türkiye'nin şu andaki durumu, 1960'lı yılların Fransası'ndan daha kötü olmakla birlikte, ülkemizde bir "tarihin sorgulanması" sürecinin başladığını görebilmek zor değildir. Bu yapılırken Türkiye'de, Fransa'da 1970 sonrasında dile getirilenlere benzer itirazların ortaya konması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu "sorgulama" sürecinde, tarihe benzer biçimde yaklaştığımız Fransa örneğinden ders alarak yasal "yasakçılık"a yönelmemek en anlamlı davranış olacaktır.
Konuya bir örnek yardımıyla yaklaşacak olursak, Fransız inkârcıların düşünce babalarından olan Arthur Butz, ABD'de Northwestern Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve Fransa'da mahkûmiyetine neden olacak fikirlerini kitapları ve şahsî web sahifesinde açıklamaktadır. Üniversitesinin aldığı tavır, fikirlerini kurumun görüşü olarak ortaya sürmediği sürece kendisine bir müdahalede bulunulmamasının gerektiğidir. Butz'un düşüncelerini açıklaması, onların ciddiye alınmasını sağlamamaktadır.
Yasakçılığa yönelmenin anlamlı olmayacağı yorumunu yaparken, Türkiye'nin oldukça uzun ve sancılı bir yolun başında olduğunu belirtmek gereklidir. "Tarihle yüzleşmek" kâğıt üzerinde görüldüğü kadar kolay değildir. Bu yapılır, tabulara dokunulurken önemli olan başkalarının benzer eylemlerini kınamak değil, kendi geçmişini tarihselleştirmektir.
Unutmayalım ki, Ankara'daki Fransız Elçiliği önüne dikilecek en büyük "Cezayir Katliâmı" âbidesi bile bize kendi tarihimizle yüzleşme konusunda herhangi bir yarar sağlamayacaktır. Ayrıca böylesi bir söylem Türkiye'yi, Klaus Barbie'yi savunurken, sürekli olarak "sömürgelerinde insan haklarını ayaklar altına almış olan Fransa'nın Nazi eylemlerini eleştirmesinin ikiyüzlülük olduğunu" tekrarlayan Jacques Verges ile özdeşleştirir ki, bu da herhalde arzulanacak bir durum değildir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums