- 18.01.2016 00:00
Şam’da Cuma namazı kılacaklarını beyan edenler, Diyarbakır Ulucami’nin semtine yaklaşamaz, Sultan Ahmet Camisine de gidemez bir Türkiye armağan ettiler. Kürdlere karşı IŞİD sevgisi Suriye savaşını önce Kürd coğrafyasına, akabinde Ankara Gar Meydanına, son olarak da Sultanahmet meydanını kana buladı.
Ne kadar “İstanbul çok güvenli, yabancılar misafirimiz, onları koruruz” deseler de olan oldu ve ambulanstan önce yayın yasağı ile 80 milyondan gizlenen görüntü ve haberler anında dünya medyasında yayınlandı.
İktidar hırsı, saray sevdası, başkanlık aşkı, rant paylaşımı ülkeyi yönetemez hale getirdi. Kürd ve PKK üzerinden büyük bir kaos yaşatılarak oya tekabül edilse de demokrasi ve insan haklarından umut kesildi. Ülkeyi fikren kendileri böldüler.
Aylardır duyarlı çevrelerin “barış” söylemini “teröriste yardım ve yataklık” diyerek Kürd coğrafyasında onlarca Belediye Başkanı, yüzlerce HDP İl ve İlçe yöneticisi ve partili tutuklanarak ceza evlerine kondu. Durum kötü değil, çok ama çok kötüye gidiyor. Resmen ve alenen ülkenin çivisi çıktı ama ses vereni yok. Sokağa çıkma yasağı, sivil infazlar karşısında sesini çıkaranı, basın bildirisi okuyan, imza kampanyası yapanı hapsediyorlar.
Kitaplar toplatılıyor, düşünce açıklayan sıradan insan değil akademisyenler gözaltına alınarak özgürlükler kısıtlanıyor. “Bir harf öğretenin kulu olurum” diyen inancın mensubu ve takipçisi olduğunu iddia edenler milyar harf öğreten akademisyenleri sabahın köründe çoluk çocukların gözü önünde evlerinden elleri arkadan kelepçeleyerek katil muamelesi yapıyor. Meydanlarda “devletin ekmeğini yiyen devlet düşmanı” diyerek itibarsız, hain ilan ediliyor.
Dünyanın halen yaşayan en yaşlı ve en büyük düşünürü Chomsky’ye “müsvedde” diyen; “bu suça ortak olmayacağız” ve “insan hakları ihlal edilmesin” diyen 89 Üniversiteden 1128 Akademisyene suçluluk telaş ve psikolojisi içinde “PKK yandaşı”, “Bese Hozat’tan emir aldılar”, “hainler” iftira ve suçlamasıyla savcılara açıktan talimat veriliyor.
Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki; Akademisyenlere “hendek kazın veya dağa çıkın” diyor. Başbakan meslektaşları için “bu bilgiye en büyük ihanettir” diye suçluyor. 12 Eylül ruhuna rahmet okutan, eleştiriyi “ihanet” ile eş değer gören bir devri yaşıyoruz.
Aydınların ve akademisyenlerin kanını oluk oluk akıtıp, kanları ile duş alacak kadar sapık ve insanlık dışı düşmanlığı aşılayan mafya bozuntusu; Kürd coğrafyasında “Kurdun dişine kan değdi korkun” diyen özel harekâtçı faşistine özgürlük getiren bir iktidar dönemini içte ve dışta en kritik ve tehlikeli bir dönemin içinden geçiyoruz.
Kürdler “terör” üzerinden potansiyel suçlu ilan ediliyor. “Düşünceyi” kurşun sıkmak, “barışı” terör olarak algılayan çivisi çıkmış bir devri yaşıyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Kenan Evren 1980’lerde emir eri Bülent Ulusu ile istediğini yaptı. Bu günde Erdoğan kendisine biat ve itaat eden Davutoğlu ile fiili icraatlarını diledikleri gibi sürdürüyorlar.
Ama batıda bunlar hiç mi hiç duyulmuyordu. Vakta ki Ayşe Öğretmen diye vicdanlı bir öğretmen Kanal D’de Beyaz Show yayınına canlı bağlanana kadar. Canlı yayın anında ve stüdyoda öğretmeni alkışlayanlar sosyal alanda “barış” karşıtlığını ele alınca toplumun nasıl zehirlendiği açığa çıktı.
Ya medya! Özellikle son günlerde ortak acıları tek taraflı içselleştiren, tetikleyen, provoke eden yayınlar ile başı çekiyor. Bütün çabalarına rağmen “havuz” medyasına kabul edilmeyen merkez medyanın en büyük yayın organı 16 Ocak 2016 Cumartesi 14. Sayfasının taşra baskısında ortaya koyduğu yayın politikası ile tam bir faşist, ırkçı, ayrıştıran olmuştu.
O sayfanın 4 te üçünü 9 sütun üzerinden 72 punto başlıkla “Tabut Küçük Acı Büyük” haberini yaptı. Haber Çınarda katledilen Mevlide İrem Çiçek haberiydi. El hak yeridir. Peki, ya aynı gün Diyarbakır Sur içinde katledilen 10 yaşındaki Büşra Akalın, ağabeyi 12 yaşındaki Yusuf Akalın haberini aynı sayfada 4 sütuna 5 santim “evlerinde öldüler” başlığı ile vermek hangi tarafsız, hangi etik, hangi vicdan, hangi insafa sığardı. Bir kardeşleri de komada. Yoksa bu yaklaşımın sebebi o çocuklar Kürd oldukları için miydi? Bu kadar çifte standart olur mu? Sadece devletin, hükümetin, siyasilerin değil; medyanın da bu ülkede çivisi çıkmış.
Türkiye’de 8 Haziran 2015 sabahından beri tam bir siyasi histeri yaşanıyor. O histeri ki 80 milyonluk toplumu hasta yapıyor. Ayşe öğretmen “ yaşananların farkında mısınız; Çok farklı haberler aktarılıyor, sessiz kalmayın” dediği için linç ediliyor. Akademisyenler “ortak olmayız” dedikleri için sabahın köründe kafileler halinde kelepçeli adliyeye sevk ediliyorlar.
Bu ülkede “yazıktır, insanlar ölmesin, savaş olmasın” siyaset dışı söz etmek suç sayılıyor. Hükümeti ve medyası tarafından “terör” kapsamına alınarak “yardım ve yataklık” olarak addediliyor. Çivisi çıkan ülkede “analar ağlamasın “ diyenleri tutuklasalar hiç şaşırmayın. Ülkemiz tarihinin en karanlık, en sancılı döneminden geçiyor.
Tek adam hırsı dinmedikçe, Meclisin devreye girmedikçe korkarız daha kötü günlere doğru sürükleniriz. Siyasilerin, devletin, aydınların, 80 milyonun ortak aklı var olan gidişe dur diyerek engel olmazsa korkarım ki hep birlikte kaybederiz. Erdoğan ve AKP iktidarı panik ve korku halindeler. Bu panik hallerini hep birlikte sakinleştirmemiz gerekiyor. Yoksa onlarla birlikte biz de uçuruma sürükleniriz.
Bu çizgiden hareketle Akademisyenler arasında yer alan Prof. Dr. Baskın Oran 4 maddelik yeni bir bildiriyi imzaya açtı. Bildiri şöyledir:
1. Erdoğan rejimi bizzat yarattığı kargaşayı bahane ederek resmi ideoloji dışındaki farklı düşüncelerini ifade eden akademisyenler başta olmak üzere Türk halkına 12 Eylül'ü aratacak bir baskıyı asla uygulayamaz.
2. Hendekler ve barikatlar denilen olay bugünkü kargaşanın sebebi değildir. Kürtlere 1919'dan bu yana verilip tutulmayan sözlerin, son olarak da müzakere masasının devrilmesinin yarattığı hayal kırıklığının ve Kürtlere uygulanagelmiş boğucu baskının günümüzdeki koşulları sonucudur.
3. Erdoğan rejimi bunları bahane yaparak kendi Kürt vatandaşlarını öldüremez, zulmedemez, onurlarını ayaklar altına alamaz, cenazelerini zırhlı araçlar arkasında sürükleyemez, kentlerini harabeye çeviremez.
4. PKK ise Kürtlerin imha edilmesi politikası ile mücadele ederken kör teröre kayarak sivillere zarar veremez, kendi halkını çaresiz bırakamaz, iktidara daha büyük baskı uygulama bahanesi yaratamaz.
Yorum Yap