- 12.11.2016 00:00
Ne vakit tefekkür, irfan, aşk, kendine dönme, dönüşme filan demeye kalksak, bombalar patlıyor, çatıştırma moderatörleri saat başı yeni bir fitne tezgahlıyor. Ruhumuzun dirilişi için bize gereken canlı sözler. Canlı bombalar değil.
Gerçi bir nazardan bakınca celal ile cemali bir'leyen kamil ve ariflerin nazarını kast ediyorum, “ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” kıvamına izini düşürüyor onların nefesinden yankılanan hakikat. Yunus'un deyişiyle.
Lakin biz o mertebede olmayan çoğunluklar için, canlı bombaların patladığı bu topraklarda canlı sözlerin şahitliğini işitmek cidden maharet istiyor, çünkü bu kolay değil. Bütünüyle imkansız da değil ama: Hafızamızdaki aşk ve irfan sesleri ne kadar cılız olursa olsun, kültürel havzalarımızın uyandırılmasında etkili olabiliyor. Buna aşağıda döneceğim.
***
Buradan hareketle, her vesileyle söylediğim bir şeyin altını çizeyim öncelikle. Aşk ve irfan ruhumuzu mayalamaya devam eden canlı sözler sadece kitapta okunmak için değil, yaşanmak içindir.
Aşk ve irfan kültürümüzü bir aktarım faaliyetinden ibaret bırakan uzun bir dönemin sonundayız çoktandır. Şimdi artık kalbimiz açıldıkça kendimizi yoğurup dönüştürebiliyoruz. Az sayıdaki sanat eserlerinde bunun yansımasını görmek de mümkün.
Oran olarak henüz az evet. Kuşkusuz ki eğitim ve olanak açısından kabiliyetli olanların yetiştirilmesi için imkan ve fırsat sunmak, adaletli bir yaklaşımla derdi sanat yapmak olanların elinden tutmak, onların uzmanlaşmasına olanak sağlamak elbette hem resmi hem de sivil kurumlar için elzem bir çaba.
Lakin aşk ve irfan kültüründe hakikatin sesi olan canlı sözlerin ifadesi, sanatın hangi dalında olursa olsun, eğitimden fazlasını gerektiriyor. 'Gönülliyet' biriminin ana maddesi olarak; adanmak, odaklanmak, aşk ile tutuşmak, Hakkın işini yapma şuuruyla azmetmek gibi ölçüleri farz haline getiriyor bu madde.
Kurumsal çabaların ötesinde, bu ferdi bir nasiptir sanatçı için. Siz olanakları ve fırsatları eşit olarak sunmakla yükümlüsünüz, ama ancak gönlüne aşkı gömülü olan, ne kadar kabuğunu kırarsan kır, ne kadar örselersen örsele, içinden yine sanatçı çıkaranlar ancak canlı söze dönüştürebiliyor hakikat menbaından çektikleri ilhamı.
***
Şimdi bugünün gençlerine bu toprakları mayalayan aşk ve irfan ruhunu nasıl aşılayabiliriz diye hemen her konuşma ve seminerlerde dönüp dolaşıp geldiğimiz bir mevzu var. Tabii ki ortak kabul gören yaklaşım: Kültür ve sanat vasıtasıyla.
İyi de bugün senaryo yazan, tiyatro sergileyen hangi yazar, yönetmen, rol canlandıran hangi oyuncu bu aşk ve irfan kültürüne aşina ki, taklidî bir aktarımdan öteye, canlı söz olarak diriltecek manayı?
Bunlar yapılmasın demek doğru değil. Fakat asla bununla yetinmemek gerekiyor. Kültür sanat faaliyetlerini yürüten resmi kurumların yetkilileri içinse çok üzgünüm ama şehirlerde kütüphaneler kurmak, kültür merkezlerindeki salonları doldurmak yeterli oluyor. Gelecek nesillerin kemali için oturumların, panellerin, konferans veya konserlerin yetmediği, salonları doldurmakla aşk ve irfan hayatımızı ihya etmenin mümkün olmadığını acilen fark etmeleri gerekiyor. İzletmekten öte yaşatmaya yönelik bir çaba gerekiyor çünkü. Bunun için de bizzat kendisi canlı söz olan arif ve kâmillerin nefesini çekmenin, divanından, bestesinden vs feyizlenmenin mânâlarına vakıf olmalılar.
***
Buna ek olarak, kültür ve sanat faaliyetlerine katkıda bulunmak istedikleri her tür kurumun icrasını eşitlikçi bir yaklaşımla değerlendirmekle yol katedilmediğini kabullenmek gerek. Nefsi besleyen, kişisel egosunu tatmin eden sanatçıların şöhret ve maddiyat peşinde koşarken ürettikleri bir eserle, hakikat dilini on yıllarca iğneyle kuyu kazarak kurmuş, gelecek kuşaklara işittirmeyi tek gayreti olarak benimseyen sanatçıların eserlerine eşit muamele yapmakla da bir yere varılamadı.
Sanat eserlerini değerlendirmede adalet ve hakkaniyet temelli bir yaklaşım amaçlıyorsak, öncelikle her alanda ehil yorumcular, eleştirmenler, hocalar yetiştirmeye önem vermeliyiz. Aynı şekilde uzmanlaşma ve derinleşme o kadar eksik ki, yarım yamalak işlerle, kulaktan dolma bilgilerle, devamlılığı umursamayan bir bakışla değerlendirilen sanat eserleri maalesef icracılarına da yapıcı bir geri dönüşüm sağlamıyor.
***
Sadece sinema alanında mesela Batı'nın belirleyiciliğinden şikayet ediyoruz da ne yapıyoruz? Yapımcılık aşamasında fon veren batılı kuruluşlara muhtacız. Neden bizler de batılı ve doğulu sinemacılara fon verme aşamasına geçip dünya sinemasında ve evrensel kültürel değerlerde belirleyici olmayalım? Her zaman değilse bile çoğunlukla ülkemizi kötüleyen filmlere katkıda bulunan kurumlar mı belirlemeye devam edecek sanat kalitemizi?
Kültür sanat etkinliklerini yürüten tek bir vakıfla mı kendimizi uluslararası etkinliklerde duyurmakla yetineceğiz? Kültür sanat politikalarımıza yön veren yetkililerin acilen 'içerden' bildirim verenleri işitmeye ihtiyacı var. Daha önce de defalarca belirttim.
Türkiye'nin kültür ve sanatına yön veren ve asli değerlerini insanlığın sesine tercüme etmeye çalışan sanatçıları yurtdışında tercüme edecek, edebiyattan hikmet geleneğinden anlayan uzman tercümanlar yok. Demir çelik üzerine uzmanlaşmış bir tercümanı tasavvuf paneline istihdam ederken hakkaniyetli bir yaklaşım sergilemiş olmuyorsunuz.
Bunun gibi öylesine çok ifratı ve tefrit ölçüsü var ki. Gerçek anlamda derdi olan ve açılış kapanış protokollerinde alkışlayıp kürsüde boy göstermekten fazlasına talip olan dertli bürokratları yetiştirmeli devlet bir an önce.
Savaşları, canlı bombaları durdurmanın asıl yolu, aşk ve irfan geleneğinin evrensel insan kriterlerini canlandırmaktan geçiyor. Uyuyan uzuvlarımızın uyanması; kültürel havzalarımızın da uyandırılması demektir çünkü aynı zamanda.
Yorum Yap