Erdoğan'ı işitme biçimlerimiz (3)

  • 16.09.2011 00:00

Mısır'da Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarına hitap eden Başbakan'ın Opera Houste'daki konuşması dışarıdaki salonlara ekrandan yansıtılıyormuş. Salonlarda toplanan seyirciler konuşmayı çevirisiz olarak izlemek durumunda kalmışlar tabii.

 

Benim dikkatimi çeken şu oldu: Seyirciler onun ne dediğini bilmiyorlardı, fakat can kulağıyla dinlemeye devam etmişler. Arada bir (Kur'an'ca) okuduğu ayetleri alkışlamış ve bazen de Arapça tezahürat etmişler. Farklı dillerde konuşsalar da aynı dilde anlaşıyorlardı bir bakıma. Neyin dili bu? Emperyalizmin, sömürgeciliğin, fırsatçılığın, pozisyon kapma telaşının, bölgenin dayısı olma hevesinin, doğalgaz ve petrol tacirliğinin mi?

Esad'a yüklendiği konuşmasında Başbakan, şöyle bir cümle daha kurdu: "Ona artık ben de güvenmiyorum." İsrail hükümeti için defalardır söyledikleri gibi tıpkı: "Biz İsrail halkına veya Yahudilere değil, hükümetin Gazze ablukasına, Mavi Marmara zulmüne karşıyız!" Bu neyin dili peki? Diplomasinin nazik nazik ısıran, ustaca dolanlandıran dilinden uzak kuşkusuz. Demirel gibi laf cambazlığıyla durumu kıvırmak yerine, uzayan imaları, usturuplu havet'leri baştan reddeden, ne diyorsa sadece onu söyleyen bu dil: Bize ne diyor? Başkaları tarafından nasıl işitiliyor?

Bu soruları bizden önce, Batılı medya yazarları sormalıydı. Pek çoğu (hepsi değil) halen çarpıtılmış bir gerçeğe dört elle yapışmayı seçiyor oysa. Tıpkı Türkiye medyasındaki bazı kanaat önderlerinin yaptığı gibi: "Erdoğan İsrail'e gereksiz yere sert çıktı. Yumuşak güç olmayı sürdürmesi beklenirken ve bu onun çıkarınayken, sert üslup onu otoriterleştiriyor." Göremediler; bu konuda onun sertleşmesi bir 'zemin kayması' taktiğiyle değil, adaletin diliyle ilgiliydi.

Bu mealdeki yaklaşımları benimseyenler, e-muhtıra günlerinden beri hep saptırma yoluna gitmişlerdi gerçeği. Bazı köşe yazarları onu azarlıyordu: "Böyle sertlik yapmaya, yaramazlığa devam edersen, olacağı buydu işte" türünden onu sistemle uzlaşmaya, ehlileştirmeye çalışan 'tahakküm sesi'ni elbirliğiyle çoğaltmışlardı.

'Sivil dikta' söylemlerinde filan neden başarılı olamadılar peki? HES'lerden, TOKİ'lerden, mahalle baskılarından, neoliberal politikalardan dem vururken neydi göremedikleri? Hükümetin Öcalan ile barış görüşmelerini sabote edenlerin "barışı asıl Erdoğan istemiyor" ısrarı neden halkı ikna edemedi? Bugün Ağar cezaya çarptırılabiliyorsa, darbecilerin ifadesi alınabiliyorsa, görevden atılan savcılar göreve dönebiliyorsa, YAŞ mağdurları devlete kabul ediliyorsa... Sadece bunlar için bile, toplumun ruhundaki izdüşümlerini incelemek zorundaydılar. İçeride de dışarıda da görmezden geldiler. (Şimdi Sarkozy telaş içinde Libya'da pozisyon belirlemeye çalışırken, onu hangi dille dinliyor sizce halklar?)

Türkiye'nin Arap coğrafyasında giderek aktörleşmesini yine ekonomisinin güçlü olmasına bağlayanlar aynı gerekçelerle gerçeğe tam isabet edemiyor. Elbette ekonomi çok önemli bir faktör, ama halkına kuşku, korku salarak onları birbiriyle çatıştıran resmi görünümlü zorbaların konuştuğu ittihatçı dilin işgali giderek azalıyor zihinaltımızda. Hakkaniyet ve adalet için yapılan geniş katılımlı mücadelenin meyve vermesi de en az ekonomimizin güçlenmesi kadar önemli bence. Ergenekon sanıkları sorgulanmamış olsaydı, devletin resmî dili eski tahakkümünde devam edecekti, büyük ihtimalle.

Gidenler bilir, Mısır'da Marksisti de liberali de kabaca Müslüman olarak anılır. Uçaktan inerken, daha ilk anda, klasik müzik değil, Kur'an'dan ayetler duyulmaya başlar. Buradaki gibi laiklik anlayışı onların zihnini din ve dindışı diye ikiye bölmediği için, siyasi bir göndermesi bizdeki kadar yoktur Müslümanlığın. Erdoğan'ın Mısır'da laiklikten bahsetmesi elbette öncelikle kendi kamuoyuna ve Batı'ya bir mesajdı. Laik ve modern endişeliler kendisinden bu kadar korkarken, tarihin tebessümü bu! Müslüman Kardeşler'in bundan rahatsız olması ise beni çok mutlu etti. Artık bölgeye kendimizi 'örnek' diye götürmemizin söz konusu olmadığını hepimiz anlamışızdır umarım.

Götürmek başlı başına bir tahakküm içeriyor zaten. Batı'nın Irak'a götüreceği özgürlük gibi! Çoğulcu bir medeniyet tasavvur ederken Kâbe tavafının küresel insandaki tecellilerine (son iki yazımda konu etmeye başlamıştım) dönüp bakmalıyız yeniden, başka bir dille. Daha uzun.

Doğruların sonsuz, inançların çeşitli, hakikatin ise çokların birliğini kuşatan tevhidî yapısı 'akleden kalp'e tutunuyor. Cemaatin sosyolojisi kadar, hatta daha önce kalbin Kâbe'sinden bahsetmek gerekiyor. "Bölgeye hangi değerleri götürüyoruz?" sorusu bu yüzden vaaza meyyal ve tahakkümcü bir soru. Bana kalırsa soru, "Birlikte hangi değerleri diriltiyoruz?" olmalı. Ve bu değerlerin kaynağını, hangi havuzdan çektiğimiz önemli. (Devam edeceğim.)

 

l.ipekci@zaman.com.tr  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums