Çay kahve içip neyle savaşıyoruz?

  • 3.09.2011 00:00

Kaddafi'nin oğullarından Seyfülislam, muhaliflerin Sirte'ye saldırmaları halinde '20 bin hazır, istekli ve vasıflı asker'in onları karşılayacağını belirtmiş ve eklemiş: "Lider iyi, çay içiyoruz, kahve içiyoruz, savaşıyoruz!"

 

Dünyanın herhangi bir toprak parçasında; Suriye, Somali, Dersim, Diyarbakır... Ya da Mavi Marmara olayındaki gibi denizinde... Belki bayırında, sokağında, deresinde dünyanın. Kaybedecekleri bir şey kalmayan zorbaların, bunu idrakıyla, savaşa, kıyıma, katliama bir 'ayakta kalma' kılıfı biçmekten başka çaresi de kalmıyor. Bir tür direniş yöntemi kisvesi altında uzaktan kumandalı, uzun namlulu zulümlerini hız kesmeden devam ettiriyorlar.

Savaşmaktan başka 'kostümlü prova' yok onlara mahşere dek. Bazen devletler bile böyle ayakta duruyor, şahit oluyoruz.

'İstekli ve vasıflı' savaşçılar, sizden 'vur' emri beklerken, kendi adınıza başkalarını vuruşturarak öldürme yegâne zaferiniz oluyorsa: Sizde 'anılmaya değer' ne kalacaktır ölüp gittiğinizde? Ya da şöyle soralım: Size nasıl gelecektir ölüm? Hangi yüzüyle... Ölümün bir devam ediş olduğu gerçeğiyle yüzleşmeye ne kadar isteklisiniz? Emrinizdeki askerlerin öldürmeye olan istekliliği kadar? Mesela?..

Haksız yere katlettiğiniz binlercesinin kanı on yıllardır pıhtılaşmamıştır daha. Ama nefsinize söz geçiremiyor, toprağa alnınızı koyamıyorsunuz bir türlü. Yakarıp yalvaramıyor, affetmiyor, affedemiyorsunuz. Nefsinizin heykellerini kıramıyor, putlarınızı taşlayamıyorsunuz.

Öyleyse geriye zulmetmek kalıyor işte. Kendinize, başkalarına. Zaferden ziyade, en büyük yenilgi. Yapıldığınız toprak, balçık gibi almaktadır nefsinizi içine. En çok zulmettiğiniz.

Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanında şiddetin yöntemleri değişse de, dürtüsü ve nedenleri değişmiyor. Ne modernleşiyor saldırganlık, ne de demode oluyor.

Başkalarını vurdurmak dışında, kendi iktidarınızı korumak adına saldırma gerekçeleri icat edip kıyım yapmayı da meşrulaştırıyorsunuz sonra. Mesela uluslararası medyayla. Paralı sözcülerinizle. Özel veya tüzel raporlarınızla... Legal katliamlar sonucu, anayasal ölüler gömüyorsunuz toprağınıza.

Toprak tanık oluyor. Umursamıyorsunuz. Sonra bazen o da yetmiyor. Öldürmeyi birtakım ulvi değerler adına kutsallaştırıyor, şiddeti bir manevi imkân olarak görüyorsunuz. Zafer kazanmanızın manası döktüğünüz kanın miktarıyla ölçülür sanıyorsunuz.

Ama... Savaş baronlarının mesela bizimki gibi bol olduğu topraklarda bir türlü bitirilmeyen savaşlar yüzünden, yıllar geçtikçe, öldürmenin tırnak içindeki kutsallığı da tükenip gidiyor.

Geriye tek bir format kalıyor: Varoluş hakikati olarak öldürmek. Belki ekmek su kadar bir kıymeti dahi kalmamıştır ama bunun artık. Kaddafi'nin oğlunun dediği gibi: Çay içmek gibi, kahve içmek gibi bir öldürmek... En büyük savaş bu olmuştur. Barış; savaşın diğer adı olarak. Daima.

Hazreti insanın 'büyük savaş' teması ise nefsle mücadeleyle ilgili. İnsanın kendi nefsine tamamen hükmetmesi ve onu katletmesi mümkün olmadığı için, onunla uyumlu, onu bilerek yaşamaya çalışmak, nefsimizle bu anlamda mücadele etmek asıl büyük savaş. Gerektiğinde Hz. Ali gibi, düşmanına karşı nefsinizde kin uyandığında -galipken dahi- savaş meydanını terk edeceksiniz. Bu kadar büyük, asıl savaş.

Toprağın altında duasız kalmış, unutulmuş, çoktan kurda kuşa yem olmuş metaforik olarak sayısız 'nefs' kıyametle gelecek dirilişi bekliyor. Her biri kendi mücadelesini toprağın altında da sürdürüyor. Ve vaktin sonuna yaklaştıkça, saatlerın kadranları hızlanıyor.

Yeniden dirilişin 'kostümlü provası' toprağın her iki tarafında devam ediyor. Ölürken neye şahit olduğumuzun bilgisi burada işte. Bağrında kendi toprağımızın. Kimse imha edemiyor onu, ne salkım bombalarıyla, ne insansız uçaklarla...

Bazı ölülerimizin ismi çoktan unutulmuş, silinmiş. Bazılarının mezarı yok. Kiminin organları delik deşik toprak altında. Onlar üç-beş kuşak sonra unutulacak. Duasız, isimsiz kalacaklar. Ama ölüm unutulmuyor. O bize ait. Bizdeki sonsuzluğa.

Kıyametle dirilecek olan ne sadece hayallerimiz, ne de anılar. Dirilecek olan nefs. Vücuda geri dönüş: Her şeyin yerli yerine konması için. Ve her şey -toprak altında ve üstünde- yerli yerine konduğunda. Zulüm yüzünü adalete dönecek.

Ecel ile mahşer arasında bir ara vakitte tutuyor bizi şimdi toprak. Saldırganlık ile direniş, kıyım ile kıyam arasında. Had ile hudud, can ile ceset arasında... Çay kahve içip neyle savaşıyoruz, bir daha düşünelim.

 

l.ipekci@zaman.com.tr  
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (2)

  • veysel saka
    veysel saka
    21.07.2012 00:05

    Duran Kalkan 12 eylül referandumunda ,12 haziran secimlerinde siyasal olarak akp yenildi demektedir ben yazıyı okudum bu sonucu cıkardım,Leyla zana ya gelince Hilal hanım küresel gücler kdp akp leyla zana aynı konsepte politika izliyorlarhükümet diyorki mgk öyle diyorbireysel haklar özgürlük demokrasi gücleride diyorki kollektif haklar.14 Temmuza gelince bir kere bir kadın olarak üç tane kadın vekile yapılan saldırıyı kınaman gerekirdi bir anlayış yoksunluğu yaşıyorsun bence bile bile böyle yap

  • veysel saka
    veysel saka
    21.07.2012 00:17

    devamı:yapman bilincli bir tarz,Gülten Kışanak Pervin Buldan Ayla ata akat üç kadın yerlerde sürüklendiler senin gözlerinde katarak var sanırım, akp erdoğan diyorki vura vura tutuklaya tutuklaya öldüre öldüre halkı sindirmeye çalışan hükümet var iş başında bu katliamcı faşist zihniyeti yazılarınızla dezenfarmasyon yaparak çarpıtarak hükümetin yaptıklarını carpıtmakla olayların üstünü örtmekle görevlisiniz, o kadar ustaca yapmaya calışıyorsunuzki güya idris naim i eleştirerek kamuflaj yaparak

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums