İnsanlığın öteki yüzü hangimize bakıyor?

  • 21.08.2011 00:00

Gözlerimizin önünde haftalardır Afrika'da açlıktan kırılan insanların görüntüsüyle Nairobi Havaalanı'na indik.

 

Fakat bambaşka bir imge havuzuna daldık: Gözüme ilk çarpan Safari ilanlarıydı! Etrafımızdaki yolcular outdoor giysileriyle turistik bir seyahat yapmak için geliyorlardı Kenya'ya. Sahil kenti Mombasa'daki deniz safarisinin de olağanüstü olduğundan bahsediliyordu.

Kimse Yok mu Derneği'yle birlikte Somali'ye götürdüğümüz yardım çantaları ilk anda tatilcilerin bavulları arasında kaybolmuştu. Çıkış kapısına ilerlerken gümrük görevlisi "Bu çantalarda ne var?" diye sordu, kontrol etmek istedi. Arkadaşlarımız durumu anlatırken, ilgisiz bakışlarla dinleyip "Haa, Somali, anladım, tamam iyi" diyerek geçirdi bizi.

Kenya'nın sınırına dek beş yüz kilometre yürüyerek ulaşabilen insanların sığındığı Dadaab kampı ise billboard'larda göz seyrine sunulmaya elverişli bir tüketim nesnesi değildi. İnsanlığın egosunu şişiren vahşi düzenin devam edebilmesi için onu gözlerden saklamak gerekir. Ya da tüketim dünyasının şaşaasında ancak belli görsel estekik ölçülerde kendine yer bulabilecektir.

Oysa açlığın kırdığı insanlar, gündelik hayatın dev panoları arasından yüzümüze tutulan bir ayna. Onların mazlum yüzüne nasıl -hangi yüzle- baktığımız, bizler için bir insanlık sınavı. İnsanlığın kurak ikliminde bir damla yağış olabilmek, bir tek kişinin ölümüne engel olmak, insanlığı saniyeler içinde ayağa kaldırabilir.

Bunun için buradaydık biz. "Bunları doyursan ne olur, yarın nasılsa ölecekler" demek yerine, insanlık okyanusunda dev dalgalarla boğuşan yardım örgütlerini destekleyebilmek, onların çabalarını yansıtabilmek için. Duayla yetinmeyip, dua niyetine o okyanusta tek damla olabilmek için.

Nairobi'de kaldığımız süre boyunca edindiğimiz izlenimler, din ve mezhep ilişkileri, Afrika kabilelerinin ulus devletleri karşısındaki tavrı, kabile çatışmalarının sosyopolitik arka planı, yoksulluğun çokuluslu şirketlerle organik bağı gibi meseleleri bir başka yazıya bırakıyorum. Nairobi'den sonraki durağımız Mogadişu olacaktı ve her türlü analizin ötesinde bir hayat pratiği bekliyordu bizi.

Yarını olmayanların sorumluluğunu taşıyabilmek

African Airways'in uçağıyla havaalanına indik. İç bölgelerde kilometrelerce devam eden çölün okyanusa kavuştuğu sahil sonsuza dek sürecek gibiydi. Başbakan'ın uçağıyla gelen sanatçıların sandığının aksine oraya inip kalkan uçaklar vardı bizimki gibi. Nitekim Abu Dabi şeyhinin oraya gelişine bizzat tanıklık edecektik ertesi gün.

Kabinede bakan olduğunu söyleyen 26 yaşındaki (ama sanki çok daha genç) bir yetkili bizi kalacağımız yere götürmeye gelmişti. Çat pat İngilizcesiyle birkaç kelam ettikten sonra, bir gerçeği ayırt ettim: Doğu Afrika'nın en gelişmiş ülkesi olan Kenya'da insan ömrü ortalama 40 yaşı geçmezken, bir devlet dahi kuramayan Somali'de bu ortalama herhalde çok daha düşüktü. Politikaya atılmak için geç bile kaldığı söylenebilirdi yani bu genç adamın.

Havaalanından çıktığımız ilk andan itibaren buranın ne Afganistan'a, ne Irak'a, ne de Pakistan'a benzediğini, çok ama çok daha zor durumda olduğunu idrak ettik. Yol olarak farz edebileceğimiz açık alanın iki yanına yüzlerce insan dizilmiş bize bakıyorlardı. Çukurlar, taşlar arasında metruk birkaç yapı, çoğu harabeye dönmüş binalar arasında perişan insanlar, bazı küçükbaş hayvanlar, çer çöp, toz toprak... Üç- dört dakika sonra daha geniş bir alana geldik, bir direğin altında toplaşmış oturan insanlar ve hayvanlarla karşılaştık. Burası şehrin meydanıydı. Bütün ikişer veya en fazla üçer katlı binalar çatışmalarda yıkılmaya devam ediyordu. Ne pencere vardı, ne çatı.

Acı bir andı, çünkü çaresizliğin öteki yüzüyle göz göze gelmiştik: Zulme şahit olmanın sorumluluğunu taşıyabilecek miydik? Sefalete dev ekranlardan bakmıştık günlerdir, şimdi vücudumuzla oradaydık ve sadece bakmakla yetinemeyeceğimize göre nereden başlayacaktık? Bakmakla yetinirsek, bizler o aç insanlardan çok ama çok daha daha sefil olmaz mıydık? Zulüm altındaki insanları sadece izlemekle yetinmek insanlığın nefsine daha çok zulmetmek değil miydi?

Yollarda yarını olmayan bir insan topluluğu dizilmiş en fazla bir günlük gelecek vaadi bekliyordu. Ve siz başınızdaki hasır şapkayla kolonyalist bir İngiliz edasıyla da davranabilirsiniz onlara. Kucaklaşarak, omuz vererek, hatırını sorarak, göz hizasından konuşarak da. Üzerine bastığın yere alnını koymanın bir sırrı da buradaydı işte.

Mogadişu'nun hiçbir yerinde kesin bir güvenlik olmadığı için, "aman" dediler, otel diye tanımladıkları bir binaya bizi yerleştirirken, "Sakın kapının önüne çıkıp durmayın. Şebab örgütü otuz kilometre kadar uzağa çekildi fakat her an canlı bomba saldırısında bulunabilirler." Başbakan'ın gelmesine daha bir gün vardı, yardım ekipleriyle birlikte kampları gezmeye başladık biz de.

Kapılarda kampa giremeyen yüzlerce insan birikmişti. Girişteki ajite hallerine rağmen, yüzlerinde bir trajedi, bir isyan yoktu. Öylece duruyorlardı. Kaderlerini seçmiş, razı gelmiş gibiydiler. Bir çadırın önünde iki kız çocuğu duruyordu, birinin kucağında kardeşi vardı. Üç gofret uzattım, bu da kardeşine diyerek. Çekindi, üçüncüsünü almak istemedi, başkasına vermem gerektiğini ima etti. İşte bir sınav daha: Bazı uluslararası yardım kuruluşları gibi, güvenlik sorununu bahane ederek, kamyondan aşağı yardım paketlerini hayvanlara yem atar gibi fırlatırsanız, insanlar kapışmak için birbirlerine girerler. Eğer Kimse Yok mu gönüllülerinin yaptığı gibi yemeği orada hazırlayıp tek tek dağıtım yapıyorsanız, karşısınızdakilerden de insanî tavır görürsünüz.

O vakit neden bu aç insanların yüzünde hiçbir trajedi olmadığını, nasıl bu kadar mütebbessim durduklarını anladım: Böylesine yarınsız olmak, anın sonsuzluğunda onlara gereken manevî doygunluğu sağlıyordu. Fazladan bir gofret, ya da bir yudum su manevî gıdaya dönüşebiliyordu onlar için. İnsan ancak böylesine koyu bir çaresizlikte tastamam teslim olabiliyordu.

Başbakan'ın geleceği gün, kamplarda büyük hazırlık erken başladı. Çocuklara balonlar, Türkiye'deki futbol oyuncularının formaları, flamalar dağıtıldı. Halka oldular, karşılama provası yaptılar. Coştular. Bir kadın, su dağıtılan yerde elindeki maşrapadan kuma su atıyordu. İlgimi çekti. Baktım, ona bu görev olarak verilmiş. Çok kalabalık olacağı için, rüzgar estiğinde toz kalkmasın diye herhalde, Başbakan ve ekibinin geçeceği yerlere su döküyordu mütemadiyen. Yanına gittim. Birbirimize baktık. Kadının su dökmekte ne kadar zorlandığını o an fark ettim. Yıkanmak veya içmek için bulamadığı suyu, o en büyük nimeti kuma döküyordu! Yüzündeki o perdelenmiş ıstırabı anlamaktan ne kadar uzaktık o anda bizler.

Mogadişu'da silah sesleri karanlığı delerken, kaldığım odada ise müthiş bir deneyim yaşadım o gece. (Devam edeceğim.)

 

l.ipekci@zaman.com.tr

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums