- 12.08.2014 00:00
2007'deki ilk taslaktan beri çok farklı kesimden gelenler hep birlikte anayasa çalıştaylarına katıldık. Sivil toplum kuruluşlarının düzenledikleri panellere, seminerlere gittik, tartıştık, fikir fırtınalarına daldık. Farklı kuruluşların taslak oluşturma vesilesiyle Türkiye'nin çeşitli kesimleriyle bir araya gelerek birbirimizi yakından tanıdık, dünyalarımıza dokunduk, 'çokların birliği'nin nasıl bir ruh olabileceğini birlikte keşfettik.
Ne olduğumuzu, ne olmadığımızı, ideolojilerimizi, kimliklerimizi, geçmiş muhasebelerimizi, zihinaltı tortularımızı birlikte seyrettik, kendimizle yüzleştik. Değiştik, birbirimizi dönüştürdük. Siyaset inisiyatif aldığında toplumun dönüşmesi daha sağlam oluyordu. Ama her seferinde 'bu iktidar anayasasıdır', 'bu mutabakat anayasası değildir' bahanesiyle suiistimale uğradı taslaklar. İçerik dahi tartışılamadan.
Erdoğan'ın balkon konuşmasında da belirttiği gibi, iktidar partisi bu dönem parlamento çoğunluğunu oluştursa da üç temsilciyi anayasa kuruluna yollamayı kabul etmişti. Diğer üç muhalefet partisi temsilcisinin toplamının dokuz olmasını da göze almışlardı. 60 maddede mutabakat sağlamış olmalarına rağmen, muhalefet partileri iktidarın 'hiç değilse bu maddeleri değiştirelim' tekliflerini dahi reddettiler.
Kürt açılımının başlayabilmesi için bu ülkede on yıllardır kendi halkına darbe yaparak, insanları birbirine düşürerek, tetikçilerine faili meçhul cinayetler işleterek bu savaşı sürdüren ve bundan iktidar devşiren vesayet rejiminin durdurulması gerekmişti. Bu da açık denizlerde yüzlerce canavarla boğuşmayı gerektirmişti elbette.
Kürt açılımı devreye girdiğinde ise laik demokrat sol kesim ile Kürt hareketi buna uzun süre çeşitli gerekçelerle karşı çıktı. Barış gelecekse bunu ancak Kürt hareketiyle Türk solunun ittifakı gerçekleştirebilir diyerek kimileri neredeyse daha ilk günden takoz koymaya başladı. Fikir düzeyinde karşı çıkışları maalesef kanlı provokasyonlar izledi...
Anayasa taslaklarını tartışmaktan daha hayati zorunluluklar her daim esir aldı toplumsal hayatımızı. Bir yandan Kürt partilerinin ve AKP'nin kapatılma mevzuları, bir yandan gündelik hayatın içerisinde Türk Kürt çatışması çıkarma çabaları ve aynı anda Alevi gençlerin kimi haklı feryatları üzerinden tezgahlanan Alevi Sünni çatışmaları için onlarca senaryo uygulanmaya çalışıldı.
Ergenekon döneminde karanlık tetikçiler tarafından Hıristiyan mezarları kundaklandığı, misyonerler kesildiği gibi, Alevi vatandaşların evlerinde çarpı işaretleri konuyor, hangi arada olgunlaştırıldığı dahi anlaşılamayan nefret söylemleri sağda solda sarf edilmeye başlanıyordu. Böyle toplumsal hayatın her katmanına çomak sokarak bu memleketi bir kez daha yaşanmaz yönetilemez hale getirerek sömürüye, tahakküme ve istismara boyun eğmekten başka çare bırakmayacaklardı geniş halk kitlelerine.
Fakat gerçeğin içinde gerçek, hesabın içinde hesap, niyetin içinde niyet var... Olmadı. 90'lardaki cinayet, baskın, gözaltında kaybetme, işkence, toplu sivil katliamı derken 2010'larda aynı çatışma kıvılcımı çakılamadı bu topraklarda. Hayat her geçen saniye bizi bu darbe anayasasıyla yönetilemez hale getirdikçe, sivil anayasaya olan ihtiyacımız arttı.
Toplumun hayrına siyaset üretmek yerine itiraz muhalifliğiyle yetinmek adına daha kaç anayasa taslağını rafa kaldırmayı bir zafer olarak görecek kimileri bilmiyorum. Ama 2010 referandumunda birçoğumuz sivil bir anayasa yapmanın bedelini bu ülkede daha çok uzun ve kanlı bir biçimde ödeyeceğimizin farkında olduğumuzdan, peyderpey getirilen her sivil, çoğulcu, özgürlükçü maddeleri desteklemekten yana davrandık. Hukukun üstünlüğü bu ülkede usul usul gerçekleşiyordu, bir anda değil, yeterince tecrübe etmiştik.
Sonra tuhaf bir kopuş oldu. Bir vakitler anayasa taslakları tartışırken sözgelimi vatandaş tanımı üzerine yoğunlaştığımız yazar çizer akademisyenlerden bir kısmı, Kürt açılımının nispeten ilerlediği Reşadiye saldırısı ve son kanlı provokasyonlar döneminde gençlerin kanının akmaya devam etmesini, Kürt gençlerin sokakta halk savaşı başlatmasını meşru gördüler. Silah, saldırganlık, dış güdümlü provokasyonlar, savaş tacirleri, küresel aktörler vesaire... Bütün bu sözcüklerin içinde bulunduğu çoklu senaryolar entelektüel tartışmaların yerini bir kez daha almayı başardı.
Şimdi Selahattin Demirtaş'ın cumhurbaşkanı adayı oluşu ve seçim söylemlerinde kullandığı üslup, vaat ettikleri ve bu vesileyle Kürt hareketinin giderek bir Türkiye partisi olmaya evrilişi bir bakıma darbe anayasasının fiili olarak delinişini de temsil ediyor. Silahla, sokak savaşıyla, provokasyonla, kanla, JİTEM'le, katliam ve bombalarla değil barış müzakereleriyle, siyasetin demokratik ve aktif söylemleriyle direnmenin dili gitgide herkeste oluşuyor.
Gerek muhalefetin gerek birbiriyle çatıştırılan tarafların tüm kanlı engellemelere rağmen devam eden barış müzakereleri sürecinde özgürlükçü, çoğulcu, kuşatıcı bir söylem geliştirmiş olmaları hiç kuşkusuz AKP'nin ve özellikle Erdoğan'ın onca tehdide, şantaja, içte ve dışta onca suiistimale teslim olmamasıyla doğrudan ilişkilidir...
Onun cumhurbaşkanlığı da bu süreçte kaçınılmaz olarak bir tür başkanlık niteliğine evrilecektir. Gönül ister ki hayatın fiiliyatında bir bir yıktığımız bu tabuları hukuki sözleşmemizde de yıkalım ve sivil bir anayasayı hep birlikte Türkiye'ye armağan edelim. Kuşkusuz o zaman 'yeni Türkiye' bunun ispatı olacaktır.
Yorum Yap