'Bensiz bir ben' ve beşeri bilimler

  • 21.06.2014 00:00

 Lisedeyken, ki 80'li yılların başıydı, ilk felsefe hocamız, okulumuzun aynı zamanda müdürü olan Mösyö Pierre'di. Kant'ı, Hume'u, Locke'u, Descartes'ı ilk ondan duydum. Uzun uzun felsefi derinliklere dalardı, bazen anlar, bazen anlamazdık. Sözlerini somutlaştırmak için bazı kuramları tahtaya çizerek gösterirdi. Onun tahayyülünde şekle bürünmüş düşünceleri seyretmek çok ilginç olurdu. Hemen her ders, aynı soru etrafında gezindiğimizi hatırlatırdı, bir elinde tebeşir, tahtaya bir yuvarlak ve ok karalarken tekrarlardı: 'Mais qu'est l'homme!'

Mösyö Pierre'in 'ama insan nedir' şeklinde tercüme edilebilecek meselesinin varoluşun asıl sorusu olduğunu anlıyorduk kaçınılmaz biçimde. Bunu daha önce Gecenin İkinci Rüyası adlı denemeler kitabımda başka bir yönüyle ele almıştım. Descartes'ın 'düşünüyorum öyleyse varım' önermesiyle gelen insan algısıyla açıldık biz dünyaya. Yıllar sonra bambaşka bir insan algısının kapılarını araladığım bir dönemde, bir gün tesadüfen yazar Tezer Özlü'nün bir cümlesine isabet etmiş ve hah işte demiştim: 'Yokum, öyleyse düşünüyorum!'

Bir varoluş formatı olarak yokluk önermesini (benliğin emrinden kurtulmayı) en fazla nihilizme dek götürebilenlerin sınırlı terminolojisine oldukça aşinayım gençliğimden beri. 'Düşünüyorum öyleyse varım'ın ise bu anlamda tevhid algısından uzaklaştıran bir önerme olduğunu idrak etmek uzun bir yolculuk gerektiriyor.

Önceki yazımda 'tevhid eğitimi'mizdeki fark ve cem makamlarının diliyle ben ve biz idrakinden bahsetmiştim. Ve Mustafa Tatcı'nın Yunus'un şiirlerini yorumladığı İşitin En Yarenler eserinden verdiğim örnekte 'Hallac; Ene'l Hakk dediğinde cem makamındaydı ve bu sözü bensiz ben idi, Hakka aitti' sözlerini alıntılamıştım. 'Firavun ise aynı sözü sarf ettiğinde bunu nefsinden söylemişti.' Birincisi tevhide götürüyor bizi, ikincisi ise ikiliğe, yani açık ya da gizli şirke.

İşte Fransız okulundaki felsefe dersinde öğrendiğimiz ve sonra Boğaziçi'nde sosyoloji okurken tüm derslerimizin ana teması olarak gördüğümüz Humanities (beşeri bilimler) insana kendi benliğini ego ile sınırlayan ve kendini sanki kendi içinden çıkarmışçasına benliğini kutsayan bir algıyla bakmayı öğretiyor. Bilimle ilimi ayırarak. Beşeri olanla ilahi olanı ayırarak.

Tabii bu ikiye ayırmalar benliğin ilahi niteliğinin göz ardı edilmesine yol açıyor. Tende canı diri tutan nedir; yorumlanamıyor. İkilikler bir'lenmeyince hakikat bir tür göreceli algıya kilitleniyor ve tevhid şuurundan uzaklaşılıyor. Batı medeniyetindeki 'ama insan nedir' sorusunun etrafında şekillenen benlik algısı beşeri bilimlerin ikiye bölen şablonuyla insana ve topluma bakışın ana izleğini oluşturuyor.

Tüm sözlerimizin, eylemlerimiz veya sıfatlarımızın O'na ait olduğunun şuuruyla yaşayan bir kimsenin (ve toplumun) benlik algısıyla, her şeyi kendiliğinden söylediğine inanan, her şeye hükmedenin yine kendisi olduğunu iddia eden bir kimsenin (ve toplumun) benlik algısı birbirinden beslenemez. Çünkü kendine müstakil benlik atfetmek ikiliğe ve surete bağımlı olmaya götürüyor. Bensiz bir benliğe varmak ise sureti anlamla bütünleştirerek varlığı bir bütün olarak görmeye ve bağımsızlığa götürüyor.

Kendi benliğinin (ego) müstakil bir varlık olmadığını, bir tür vehim olduğunu idrak ederek nefsini külli benliğe katmış ve ilahi varlık'la bir olmuş insan prototipinin kurduğu ruh medeniyetiyle benliği varoluşun zirvesi olarak kutsayan bir medeniyet arasında bir berzah mevcut daima. Birbirine karışmayan iki su misali. Çoğulculuk adına elbet farklı insan algıları bir arada yaşıyor, iç içe geçiyor ve bu iyi bir şey. Ama kalpte 'bir' olan sırrı ancak bilenler paylaşabiliyor. İnsan O'nun sırrı. O insanın sırrı. Buradan hareketle 'düşünüyorum öyleyse varım'dan 'yokum öyleyse düşünüyorum'a uzanan bir dil hicreti öneriyorum kendi sosyolojimizi anlamlandırma yolculuğumuzda öncelikle.

Klasik sosyoloji toplumsal olgulara bakarken beşeri ve ilahi olarak ayrılmış bir bilim olarak konumlandırıyor kendini. İnsana bir bütün olarak bakan toplumların hakikat algısını anlama ve kendi terminolojisini genişletme konusunda pek istekli görünmüyor. Olguları ancak kıyas yöntemiyle anlamlandırmaya çalışıyor, bütüne bütünden bakma ve iç dış ayrımı yapmadan yaklaşma konusunda da ketum davranıyor.

Sosyoloji; 'bensiz bir ben' ile 'tepesine dek benliğiyle dolu bir ben' arasında evrensel insanı aramaktan ziyade beşeri insanı bulmakla yetiniyor. Ve bütün toplumsal hareketlilikleri yorumladığını sanıyor. Fakat toplumsal karmaşalardaki simyayı, suretin ardındaki manayı, görünenin ardındaki görünmeyeni aramadığı ölçüde sosyoloji İnsan'a ait davranışların Hakk'a bakan yönüne kör kalıyor.

Beşeri bilimlerin hududunu çizerken 'kendini bilen Rabbini bilir' sözünün binlerce sayfa sürecek açılımlarına yaklaşmaya gerek duymayacak kadar 'biliyorum sanıyor' insanı. İçimizdeki evrenselliğe izini düşüren farklı toplumsal kodları hakkıyla yorumlamakta sık sık aciz kalıyor. İnşallah devam edeceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums