İçimizdeki kandillerin ışığında

  • 3.05.2014 00:00

 Hanımlarla birlikte camide imamın duasına amin diyorduk. Suriye'de yaşanan savaşa dikkatimizi çekiyordu: 'Hamdolsun, komşularımız hep savaş halindeyken biz burada rahatız. Kıymetini bilelim memleketimizin.' Evet, insanı hamda vesile kılacak pek çok şey var ve her zaman bunun şuurunda olamadığımızdan nimetler şükürsüz kalıyor...

Yine de imamın duası bittiğinde biz kadınlar göz göze geldik. Bir tür sitem belirir gibi oldu yüzlerde. Sessizce. Minik bir an. Anlamıştım. Suriye'de ya da başka yerde çocuklar ölürken şükredelim elbet fakat daha anlamlı, daha kuşatıcı bir duaya ihtiyacımız yok muydu? Komşularımızdaki yangının bizi de yaktığından hareketle, sen ben davasına dönüştürmeden, bütünleyen bir duaya...

Dünyanın neresinde bir acı ve zulüm varsa, vücudun birliği uyarınca bunu duyumsayacağımıza dair bir iç bilgiydi sanırım sitemimizin nedeni. O çocukların da bizim çocuğumuz olduğuna dair tevhidi bir bilinçti belki. Nitekim cemaat dağılırken bazı kadınlar söze dökme gereği duydu sitemini. Keşke diyorlardı sevgiyle, merhametle, aşk ile dolup taşsa yürekler camiye girdiğimizde. Bir diğeri ekledi: 'Dünyayı ve insanlığı algılayışımız hiç değilse dualarda bölünmese...' Amin dedim ben de...

Hepimiz sevilmek istiyoruz. Her fırsatta kendimizi onaylatmak, doğrulatmak... İnsani bir ihtiyaç. Ne kadar az seviyoruz buna karşılık. Hayatın zorluklarıyla mücadele ederken bir yandan da toplu geçit yapıyor her daim geçinemediklerimiz, haksız bulup kızdıklarımız, bizi incitip kıranlar, haklarında durmadan suizan ettiklerimiz... Bizi hiç bırakmıyorlar. Ne secdede, ne kıyamda.

Camilerde, cemaatlerde, sohbetlerde aradığımız aşk. Ama en çok ondan kaçıyoruz. Sevemedikçe, gündelik hayatın maneviyatı da kaçırıyor kendini bizden. İçimizdeki kandilin cılız ışığı yüreklere kıvılcım düşürmeye yetmiyor. Tabiata, eşyaya, kainata dönük yüzlerimizdeki eksik bakış elbet camilerimize de sirayet ediyor. Ne kadar emek çekersek çekelim, ne kadar şekle ve ölçülere hürmet edersek edelim: Sevmeden, aşık olmadan iyi bir sevgili olamayız.

'Kalbin mescitleri' adlı yazımda da örneklendirdiğim gibi, imanı şekle indirgiyoruz daha ziyade. İnsanın kalbinde bir nur oysa iman. Tutuşur, yanar, kıvılcım saçar, ışıldatır. Sadece camide değil, 'an'da dirilir. Diriltir... Unutuyoruz. Hayır, hiçbir kurumun ya da kanunun tek başına suçu değil bu unutkanlığımız, bu sevgisizliğimiz. Maneviyatın gerçekliğinden, onun insanlığa olduğu kadar Rabbimize bakan yüzünden kopmuşuz.

İster doğudan, ister batıdan, ister şundan, ister bundan gelsin; hakikatin menşei 'bir'. Bunu unutmuşuz. Birbiriyle rekabet eden cemaatler veya dini gruplar derken birer kabuk olan sıfatlarımızdan, aidiyetlerimizden ibaret bırakılmışız. Tarihimizden, geleneklerimizden, yüzyıllarca devam edegelen gündelik hayat tarzımızdan öylesine keskin bir biçimde koparılmışız ki, kendi yalın ve sade 'metrekarelerinden' cemaati ışıldatmaya devam eden tarihi camilerimizi de sevemiyoruz.

Onları da yaşamasız bırakıyoruz. Dokularını bozma pahasına duvarlarına gelişigüzel çivi çakabiliyoruz. Kadınlar bölümünü belirgin kılmak için kaba saba bir kumaşı çamaşır ipiyle caminin ortasına asabiliyoruz. Mekanları birörnekleştiren boydan boya halılar, aydınlatma geleneğimize hiç uymayan floresan ışıklar, işlevsizleştirilmiş şadırvanlar, kaba saba yapılmış onarımlar da on yıllarımıza tanıklık ediyor. Ve mabetlere aşkın girmesine sıra gelmiyor.

Gelmiyor ama bütün bu çelişkiler bizde yıkıntıya dönüşmüş olan 'bir şeyi' ısrarla canlandırıyor: Yeniden kıyam etme, dirilme, canlanma arzumuzu! Bu arzu her geçen gün şiddetleniyor. Camilere henüz tevhidin ruhunu çağırmakta zorlansak da, müthiş bir gayret içindeyiz. Gayretlerimizin kurumsal yüzüne bakarsak; Diyanet'in sözgelimi 2012 yılında kadınlara ibadet için mekan ayrılan cami sayısı on bir binlerdeyken bir yıl sonra bu sayı altmış beş binlere yükselebiliyor. Cami müştemilatlarında yedi bin üç yüzlerde olan kadınlar için abdesthane sayısı yirmi beş bin küsurlara çıkabiliyor. Engelliler için tuvalet ve abdesthaneler yapılabiliyor, cami için fiziki düzenlemeler gerçekleştirilebiliyor bütün imkanlar zorlanarak.

Dahası Akif'in Safahat'ını, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın, Yunus'un, Şeyh Galib'in, Kaygusuz Abdal'ın, Niyazi Mısri'nin, Ümmi Sinan'ın Divanı'nı yayınlayabiliyor Diyanet'imiz. Artık bu kurumdan beklentilerimiz yükseliyor bizim de kaçınılmaz olarak: Vaaz ve hutbelerde bizi cemaatlere, ülkelere, milletlere ayıran söylemlerden ziyade, hakikati kalpte birleştiren, bizde tevhid ruhunu uyandıran böyle hazretlerin sözlerini paylaşmaya başlasa keşke görevliler.

Aşk şahitleri ölmez. Onların sözü, 'canlı söz'dür her devirde. İçimizdeki evrenselliğe bir göndermedir Divan'ları. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, gönüller bu canlı sözlerle fethedilmeye devam etse yine camilerde. Koparıldığımız yerden kıyam etmeye başladıkça sevmek diriltecek tüm adları.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums