Mazbatayı verse ne olur, vermese ne olur?

  • 15.04.2019 00:00

  Herkes iktidarın İstanbul’daki kazanılmış hakka saygı duyup duymayacağına, belediye başkanlığını Ekrem İmamoğlu’na verip vermeyeceğine kilitlenmiş durumda.

Kimilerine göre iktidar bu akıldışı ısrarından vazgeçip mazbatayı verirse umudumuz artacak, vermezse ülkenin geleceğine dair umut azalacak.

Bu ikilemden çıkmamız gerektiği kanaatindeyim.

Mesele, İstanbul’un alınması veyahut kaybedilmesi değil.

Ülkenin referandumla, yani rejim değişikliğiyle girdiği bir süreç var.

Esas mesele de toplumdaki kutuplaşmanın nasıl azaltılacağı, kurumların, değerlerin, sistemin, tahrip olan toplumsal barışın yeniden nasıl tamir edileceği ve ülkenin girdiği bu girdaptan nasıl çıkarılacağı.

İstanbul’da Ekrem İmamoğlu seçimi kazandı.

Bu konuda birkaç iktidar mensubu ve onlara inanan küçük bir fanatik grup dışında kimsenin şüphesi olduğunu sanmıyorum.

AK Parti seçmeninin önemli bir kısmının da bu hakkı teslim ettiğini düşünüyorum ve gözlemliyorum.

Dahası hem iktidar medyasında hem de AK Parti içinde birkaç fanatik dışında Erdoğan’ın İstanbul seçimlerini iptal etmeye dönük hamlesini savunan kimsenin olmaması da bunun bir göstergesi.

Esasında bu durum, yani toplumsal vicdanda oluşan rahatsızlık daha önemli.

Neden mi?  

Anlatayım.

Rejim değişikliği referandumunda bu değişikliğe ‘Hayır’ diyenler olarak yoğun bir çaba gösterdik.

Ve dönüp topluma şunları söyledik:

“Bu değişiklik olursa ülke tek adam rejimine geçecek ve ülkedeki her şey tek bir kişinin iki dudağı arasına teslim edilecek.

Yargı bağımsızlığı bütünüyle kaybolacak, siyaset bilinen anlamıyla işlevini yitirecek ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Tek adam rejimlerinde hukuk olmaz, bağımsız yargı olmaz, kurumlar olmaz, demokrasi olmaz, özgürlük olmaz, hatta demokratik meşruiyeti olan seçimler bile olmaz.”

Öyle değil mi?

Bütün bunları çıktık söyledik topluma.

Buna rağmen o referandumla rejim değişikliği gerçekleşti.

Yani bugün dert ettiğimiz hukuk da, kurallar da, millet iradesi de o gün işlevsiz hale getirildi.

Topluma yalan söylemediğimize göre bugün olanlar esasında pek de beklemediğimiz, şaşırdığımız bir durum değil.

Yani referanduma ‘Hayır’ diyenler bugün yaşananları o günden biliyordu ve bunu topluma anlatmak için adeta feveran ediyordu.

“İktidar, İstanbul ve Ankara’yı seçimle kaybetmeyi göze almaz”diyenler tek adam rejimlerinin bu özelliğini hesaba katarak öyle diyordu.

Şimdi geldiğimiz noktada bizim aylarca çabalayıp anlatamadığımızı iktidar bu seçim sonucunda takındığı antidemokratik tavırla rejim değişikliğinin ne anlama geldiğini kavrayamayan AK Partililer dahil bütün topluma göstermiş oldu.

Bunun çok ciddi bir kazanım olduğu kanaatindeyim.

Şunun görülmesi gerekiyor.

31 Mart seçimlerinde iktidar her ne kadar İstanbul, Ankara gibi önemli bazı büyük şehirleri kaybetmiş olsa da yüzde 52’lik toplumsal desteğini koruyor.

Toplumun, iktidar yanında duran kesimleri ülkenin gerçek anlamda girdiği bu girdabın boyutunu kavramadan İstanbul kazanılsa da esas sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor.

Esas olan o yüzde 52’nin bu felaketi kavrayıp tavır değiştirmesi.

Ülke, kutuplaşmanın da etkisiyle siyasi anlamda iki kampa bölünmüş durumda.

Mesele bir kampın kazanması ötekinin kaybetmesi değil.

Hep söylerim, yeri gelmişken tekrar edeyim: Ülkenin bir yarısı kazanıp diğer yarısı kaybettiğinde veyahut kaybettiği hissine kapıldığında kazanan o ülke olmuyor.

Bu yarının hangisi olduğu önemli değil.

Yani ülkenin bir yarısı mutsuzsa o ülke mutlu olamıyor.

Bunu onlarca yıldır defalarca tecrübe ettik.

Bu nedenle herkesin mutlu olduğu, kimsenin kendini öteki, dışlanmış, yenilmiş hissetmediği bir anlayışı geliştirmek ve buna da toplumu ortak etmek zorundayız.

AK Partilileri (toplum kesimini kastediyorum) yenerek ülkeye huzur getiremeyiz.

Huzurun kaynağı ötekileri yenmek değil, öteki gördüğümüz toplum kesimleriyle hakta, adalette, demokraside, özgürlükte, eşitlikte uzlaşmaktır.

İşte Erdoğan’ın bu son hamlesinin AK Parti seçmeninin önemli bir kısmının durduğu yeri sorgulamasına neden olduğu kanaatindeyim.

Tek adam rejiminin ülkede maya tutmadığını, kabul görmediğini de gösteriyor.  

Referandumla değişen rejimin, yani yönetim anlayışının ekonomi, yargı, eğitim ve daha birçok alandaki tahribatının yanında toplumun önem verdiği sandığa da gölge düşürmesi bu sorgulamayı daha da hızlandıracaktır.

Belki de AK Parti seçmeninin bir kısmı bu süreçte ilk defa muhalif kesime hak vermeye, kulak vermeye, onların hakkının gasp edildiğini görmeye, neticesinde de onlarla diyalog kurmaya yanaşıyor.

Dahası yaşanan değişimle demokrasi mücadelesinde toplumsal birliktelik oluşuyor.

‘Biz ve onlar’ demeden millet iradesine, demokrasiye saygının, inancın etrafında bir birliktelik oluşuyor.

Sandığın hiçe sayılmasına yönelik tepki meselelere kutuplaşma çerçevesinden bakılmasının önüne geçiyor.

Dahası insanların birbirini duymasını sağlıyor.

Bütün bunlar az şey değil.

Bütün bunlar ülke adına, bu süreçten aklı selimle, kazasız belasız çıkmak için çok önemli kazanımlar.

Sakın yanlış anlaşılmasın, kazanılmış bir haktan vazgeçilsin, teslim olunsun, yapılanlara boyun eğilsin demiyorum.

Elbette kazanılmış hak sonuna kadar savunulmalı. Demokratik çerçevede verilecek bütün tepkiler verilmeli.

Her ne yapılıyorsa vicdanlardaki hareketlenmenin, hak ve adalet çerçevesinde oluşan birlikteliğin neticesinde ülkenin yararına oluşan kazanımın göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyorum.

Diyelim ki iktidar bir yolunu buldu ve İstanbul seçim sonuçlarını değiştirdi.

Bu dünyanın sonu değil. “Yok olmuyor” deyip kenara çekilecek değiliz.

Çünkü bu adım iktidarın bir kazancı olmayacak. Bunu hepimiz görüyor ve biliyoruz.

Tam tersine hanesine büyük bir kayıp olarak yazılacak, alnına ise büyük bir leke sürülecek.

Bu, kaybın birincisi. Daha önceleri bütün kazanımlarını toplumsal çoğunluktan aldığı meşruiyete dayandıran bir iktidar varken artık kaba kuvvetle, hileyle, ele geçirdiği devlet gücüyle pozisyonunu koruduğu algısı toplumda daha net olarak görülecek.

Bunun da önemli sonuçları olacak.

İktidarın diğer kaybı ise muhalefetin gerçek anlamda mağdur edilmesi olacak.

Mağdur olmak çok da kötü bir şey değil.

Mağduriyet genelde toplumun vicdanının harekete geçmesine neden oluyor.

İktidar devlet imkanlarıyla sayısal güç toplamış olabilir ama vicdanlarda mahkum olacak.

Bütün bunların ülkenin içinde bulunduğu dönemde önemli kazanımlar olduğunu düşünüyorum.

Bütün bunlarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday belirlerken uyguladığı stratejinin ve İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun üslubunun, yaklaşımının önemli bir etkisi olduğunun da farkındayım.

“Tamam ama bu seçimle de ülkedeki bu durum düzeltilemeyecekse bundan sonra nasıl olacak?” dediğinizi duyar gibiyim.

Şunun bilinmesi gerekiyor: Ülke olarak, referandumla yapılan rejim değişikliğiyle çıkışı kolay olmayan bir sürece girdik.

Buradan çıkış öyle bir günde, bir seçimle olacak bir şey değil. Her seçimi, sonuçlarını çıkış için bir kazanıma dönüştürmek gerekiyor.

Zamana ihtiyaç var.

Kırmadan, dökmeden, dışlamadan, ötekileştirmeden, yaralamadan, incitmeden evrensel değerler etrafında toplumsal bir birliktelik oluşturmak gerekiyor.

Bunun için de daha önceki yazımda söylediğim gibi anlık iyimserliğe değil gerçek bir umuda, heyecana, cesarete, kararlılığa ve rasyonel bir siyasete ihtiyaç var.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums