- 23.01.2016 00:00
Siyasal iktidar, nitelikli insan gücünün, insanlığın yararına bilimin sınırsız gelişimine olanak veren demokratik devletlere göçünü tersine çevirmek için güya bir dizi adımlar atıyor.
Ne var ki, terörün son bulması için barış çağrısı yapan binlerce akademisyene yönelik ağır baskı olayında da tanık olunduğu üzere beyin göçünü tersine çevirmede temel koşul olan ifade özgürlüğünün sınırlarını giderek daraltıyor.
Evet Türkiye'de yeniden çoktandır dirilen baskıcı politikalara rağmen romancı Orhan Pamuk, Nobel Ödülü alarak bizi gururlandırdı. Ama Ermeni ve Kürt sorunlarına dair verdiği demeçler nedeniyle Pamuk, devlet katında itibar görmedi dünyada itibar görürken. Zaten hep böyle olmuyor mu? Dünyada itibar gören başarılı Türk insanları, kendi ülkelerinde, demokratik ilkeleri savunageldiklerinden sürekli baskı altında tutulup, itibarsızlaştırılıyorlar.
Siyasî iklim, Türk insanının ülkesine artı değer katmasına engel olmaya devam ediyor.
Türk asıllı yönetmen Deniz Gamze Ergüven, Türkiye'nin değil de Fransız hükümetinin finansal desteği ve özgür siyasi iklimi sayesinde sinema filmi ‘Mustang' ile Fransa'nın yabancı dilde Oscar adayı oldu. Ergüven, Canım İstanbul adlı haber bülteninde 21 Ocak tarihinde yer alan demecinde, “Bu filmi Türkiye'de yapamazdım.” diyordu. Nedeni basit, filmin kadın temalı konusuna bakarsanız, kadının kahkaha atmasını ayıp sayan bir anlayış, Ergüven'i dünya çapında bir yönetmen yapmak için yüreklendirmezdi.
Aklıma bu kez, kanser hastalığı üzerine yaptığı araştırmalarıyla iki meslektaşıyla birlikte geçen yıl Nobel Kimya Ödülü'nü kazanan Prof. Aziz Sancar geldi. Sancar, İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra ABD'ye gitme fırsatı bulmamış olsaydı belki de bugün, doğduğu Mardin kentine sıkışıp kalacaktı.
Türkiye'de özgürlükçü, yeniliklere açık bir bilim ortamı ve teşviki hiçbir zaman sağlanmadı. Bugün pek çok Türk bilim insanı, Türkiye'de sınırları zorlayarak mesleklerini sürdürebiliyorlar. Kurulu düzene ayak uydurarak akademik kariyer yapanların bir kısmını ise zaten açın, televizyon kanallarında göreceksiniz, fikirlerine fikir demek mümkün değil.
Türkiye Suriye'den göç alırken ironik biçimde yeni bir Türk beyin göçüne de sahne oluyor. Bu göç usul usul zaten son yıllarda başlamıştı. Nitelikli eğitim alan gençlerin, artık kurumsal hale gelen Nepotizm uygulamasıyla, yani kamu kurumlarında akraba, eş ve dostun istihdam ediliyor olması karşısında bürokraside iş bulma imkânları ortadan kalkmıştı. Özel sektör deseniz, burada da, torpil olmadan, hakkaniyetli bir sınav süreci ile vasıflarınıza uygun iş bulmanız o kadar kolay değil.
Türkiye'den beyin göçü 1970'li yıllarda başlamıştı. Gördükleri ağır baskılar sonucu Kürtler ve Türk aydınları yurt dışında demokratik ülkelere sığınmak zorunda kaldılar. Onlar vatan hasreti çekti, biz de aydın yoksunluğu yaşadık.
Şimdilerde yurtdışında iş bulma olanaklarını zorlayan gençlere büyük bir akademisyen ordusu katılırsa şaşırmayın. Zira, yayımladıkları barış bildirisi yüzünden ağır hakarete uğrayan, gözaltına alınan ya da soruşturma geçirmekte olan binlerce akademisyen, başka ülkelere göçü bir seçenek olarak düşünmek zorunda kalabilirler.
Nitekim, Nobel ödüllü ekonomist Profesör Joseph Stiglitz, Davos zirvesinde yaptığı konuşmada, süregelen baskıların Türk akademisyenlerin göçüne yol açacağı uyarısını yaparken, yenilikçi ekonomik modeller ile ekonomik durgunluğa çare arandığı bir küresel ortamda, akademik özgürlük olmadan bunun başarılamayacağına dikkat çekiyordu. (Cumhuriyet, 22 Ocak 2016).
Batı, Türk akademisyenlere kapılarını açacaktır, ya geride kalan öğrenciler nasıl yetişecek?
Yorum Yap