- 5.10.2011 00:00
Meclis’in açıldığı 1 ekim cumartesi günü, belki de çok kişi gibi benim de en çok merak ettiğim konu, üç aylık boykotlarını sonlandırıp halktan aldıkları vekaletin gereğini yapma kararı alan BDP’li milletvekillerinin yemin töreni sırasında bir kriz çıkıp çıkmayacağı idi. Hatırlarsanız, Leyla Zana dahil dönemin DEP milletvekilleri, 1991 yılında, Türklük vurgulu vekillik yemini sırasında Kürtçe ifadeler kullandıkları için Meclis’ten polis marifetiyle apar topar götürülmüş ve sonrasında 10 yıl süreyle cezaevinde yatmışlardı. Meclis’te yaşanan bu trajik olaya, o dönem DEP ile koalisyon halindeki “Aslan sosyal demokratların” dahi çıtı çıkmamıştı.
Bu arada hatırlatalım, BDP yemin törenine bir fire ile katıldı. Zira, Bodrum’da bir hanımla fotoğraflanınca adı “Çapkın vekile” çıkan Bengi Yıldız, Meclis’e gelmemişti. Aynı gün Habertürk canlı yayınına katılan BDP Milletvekili Sırrı Sakık, Yıldız’a haksızlık yapıldığından yakınarak, “Kürt olduğu için medya üzerine gidiyor. Zaten eşinden ayrı yaşıyordu” mealinde sözler sarf etmez mi. Güler misin ağlar mısın. Sakık’ın, Yıldız olayındaki Kürtlük vurgusu kimi Kürt kökenli vekillerin önyargılardan gözlerinin iyice kararmış olduğunu gösteriyordu. Ne kimi Kürtlerdeki ne de Türklerdeki ön yargı, Kürt sorununun çözümüne katkı sunmaya yakın.
Türkiye dahil dünyanın neresinde olursa olsun, kamuya mal olmuş kişilerin özel hayatları hep mercek altındadır, bu gerçekten kurtuluş yok. Kürtlükle vs. alakası ise hiç yok. Neyse Yıldız, gazetemize dün yaptığı açıklamada, birkaç gün içinde Meclis’e gelip yemin edeceğini bildirmiş.
Hazin bir şekilde karakolda biten sonra da cezaevinde mahpusluk şeklinde sonlanan 1991 yemin krizi üzerinden 20 yıl geçti. Diyarbakır’dan başkent Ankara’ya dönme kararı alan BDP/Blok milletvekilleri, içlerine sindiremeseler de yemini Türkçe ettiler de yeni bir kriz çıkmadı.
Kameralar, özellikle, 20 yıl önce Meclis’ten diğer bazı vekil arkadaşlarıyla birlikte polis marifetiyle zorla çıkartılan Leyla Zana’ya odaklanmıştı. Zana’nın yemini bitirdikten sonra başını kaldırıp kendisini izleyenlere bakarken attığı bakış ve gözlerindeki ifade, bende karmaşık duygular uyandırmıştı. Bende uyandırdığı ilk izlenim, o gözlerdeki derin hüzün idi. Zana’nın gözlerindeki ifade, “Kürt sorununun çözümünde aslında neredeyiz” sorusunu ve cevabını da içinde barındırıyordu.
Ama Zana’nın gözlerindeki ifadeyi, belki de en iyi anlatan, ünlü romancı ve genel yayın yönetmenimiz Ahmet Altan’ın, yemin töreninin ertesi günü, yani 2 ekim günü kaleme aldığı, “Zana’nın gözleri” başlıklı makalesiydi.
Altan şöyle diyordu, “Sadece bir an, tek bir an, yemini okuyup da başını kaldırıp Meclis’e baktığında gözlerinde beliren o hakarete uğramışlığın kederi ve kendisine hakaret edenler için duyduğu küçümseme, bütün hikâyeyi anlatıyordu aslında. Benim için Kürt meselesi Zana’nın o bir anlık bakışında gizli... O bir Kürt... Onu, Türklük hakkında yemin etmek zorunda bırakıyorlar... Kimsenin bir insana bunu yapmaya hakkı yok...”
Gerçi Zana, yemini Türkçe okumuş ama, ufak bir sapma yaparak, “Türk milleti” yerine, aidiyet duygusuna tercüman olan “Türkiye milleti,” ibaresini kullanmıştı. Zana, sorular üzerine, “Bilerek söylemedim, ağzımdan öyle çıktı. Demek ki bilinçaltımda öyle yer etmiş” demekle yetinirken, Meclis Başkanı Cemil Çiçek belli ki, ufak tefek dil sürçmelerini gözardı edivermiş.
Peki, yepyeni sivil ve demokratik bir anayasa yapma sözü veren bu parlamento, Türkiyelilik vurgusunu yapacak bir Anayasal değişikliğe hazır mı? Bence hazır değil zira Türk insanı, Kürt aleyhtarlığı ile beslenmiş ve empati duygusu geliştirilmemiş. Ben de bir Türk olarak nasıl beynimin yıkandığını biliyorum.
Deneyimli gazeteci iken Uluslararası Kriz Grubu uzmanı olan Hugh Pope, Wall Street Journal’de dün yayımlanan makalesinde de benzer konuya değinerek, şöyle diyor;
“Sayın Erdoğan, onlarca yıl görüşleri, milliyetçi eğitim ve Kürt aleyhtarı propaganda ile tahrif edilen Türk ağırlıklı halkın, yeniden eğitimi (Bu ifade ile halkın zihinlerine kazınan Kürt aleyhtarlığının tersine çevrilmesi de kastediliyor) için yalnızca kısa süre çaba gösterdi.”
Baskın Türk ırkındaki empati yokluğu, dolayısıyla Meclis’e de yansımış durumda.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, önceki gün Ankara’da düzenlenen Almanya’nın milli gün resepsiyonundaydı. Başbakan Erdoğan’ın, bazı Alman vakıf ve finans kuruluşlarından BDP’ye verilen kredilerin PKK’ya gittiğine yönelik suçlamalarıyla ilgili sorularımız yoğunlaşınca, Baydemir, konudan uzaklaşma adına fıkralar ve anılarını anlatmaya başladı. Baydemir’in espri gücüne böylece tanık oldum.
Baydemir, 25 yıl öncesine gidip somon ekmek olayını anlatıyordu. Bu yıllarda Güneydoğu bölgesinde taş fırınlar varmış. Bir fırın somon ekmek üretimine geçmiş. Yediği ekmeğin içinden çorap çıkınca bir vatandaş fırıncıya şikâyetini iletmiş. Yanıt, “Takım elbise verecek değildik ya”.
O günden bugüne aslında bir hayli mesafe alındı. Türkiye’deki genel demokratikleşme hamleleri beraberinde Kürtlerin hak arayışlarına bir nebze de olsa yanıt verdi. Ama, ne zaman Zana’nın gözlerindeki hüzünlü ifadenin yerini mutluluk ifadesi alacak işte o zaman sorunun çözümünde önemli mesafe alındığı ortaya çıkacak.
Devlet bu soruna çözüm bulma iradesini gösterdikçe büyüyecek, Başbakan Erdoğan ise cesur hamlelerini yeniden başlattığında devlet adamı olarak tarihe geçecek.
loglu@superonline.com
Yorum Yap