Suruç'ta, 24'ü üniversite öğrencisi 32 kişinin 20 Temmuz günü katliamının, diğer benzer katliamlar gibi aydınlatılması umudu yine yok gibi.

Geçici hükümetin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, olayın hemen sonrasında yaptığı açıklamada, katliamın, IŞİD'in işi olabileceği şüphesini dile getirdi.  Suruç vahşetinin hemen sonrasında TSK, IŞİD'in Suriye hedeflerine 24 Temmuz günü bomba yağdırdı ve yapılan resmi açıklamalarda, hava akınlarının Suruç'a misilleme olduğu öne sürüldü.

Suruç gibi Diyarbakır'da, 7 Haziran seçimlerine iki gün kala HDP mitingine yapılan intihar saldırısı da aydınlatılmadı. Ancak, cesetleri parçalanmış halde bulunduğu söylenen her iki intihar bombacısının, Adıyamanlı oldukları ve bu ildeki IŞİD bağlantılı çayevine takıldıkları yazılıp çizildi.  

Anne, babalar, ildeki IŞİD örgütlenmesini ihbar ederken, evlatlarının bu bataktan kurtarılmasını ilgili makamlardan istemekle birlikte karşılığında bir tedbir alınmadığı, ülke çapındaki ürkütücü IŞİD varlığından çok açık ortaya çıkıyor.

Türkiye'de faili meçhul cinayetlerin onlarca yıldır aydınlatılmamış olması, şimdi de Suruç ve Diyarbakır gibi katliamların üzerindeki sis perdesinin kaldırılamamış olması, ister istemez Türkiye'yi istikrarsızlaştıran bu vahim olayların perde arkası konusunda çeşitli senaryoların ortaya atılmasına yol açıyor.

Türkiye'de, istihbarat ve IŞİD konularına kafa yoran ehil uzmanların bana aktardığına göre, Suruç katliamcısı, IŞİD'e sempati duymakla birlikte bu saldırıyı büyük olasılıkla bu örgütün talimatıyla değil, çevresindeki kimi aşırı dinci grupların teşvikiyle, durumdan vazife çıkartarak yapmış olabilir.

Bu teoriyi savunan uzmanların dayandırdığı kimi gerekçeler ve Suruç'un gerçek amacına ilişkin spekülasyonlar şöyle özetlenebilir;

-IŞİD, Suruç katliamını üstlenmedi. Her ne kadar Suruç sonrası IŞİD'i de kapsayan Türkiye içi operasyonlar yapılıyor olsa da yakalananlardan ne  kadarının bu örgüt mensubu olduğu ve haklarında nasıl bir yasal tatbikat yapıldığı bilinmiyor. Dolayısıyla, IŞİD, Türkiye'ye saldırı anlamında temkini elden bırakmıyor olabilir.

- IŞİD, Suruç ve Diyarbakır gibi Kürtleri ya da solcu grupları hedef almaktan ziyade Türk devletini acıtacak, turistik tesisler gibi hedeflere saldırı düzenleyebilir,

-Ankara, ayrıca, Suriye'de gerçekten IŞİD'i hedef alsaydı, yönünü salt PKK hedeflerine çevirmek yerine bu örgüte hava akınlarını paralel şekilde sürdürürdü,

-Diyarbakır ve Suruç'un failleri, Kürt karşıtı ve PKK sorununun silahsız çözümünü istemeyenlerin işi olabilir.

Bu arada, bazı Batılı istihbarat örgütleri, İstanbul ve Kocaeli'nde yoğunluklu ikamet eden Çeçenistan, Dağıstan dahil Kafkasya kökenli kişilerin de dikkatle izlenmesi gerektiğini Türk meslektaşlarına iletmişler. Zira, İmrad Kafkas adlı bir grup, yakınlarda IŞİD'e bağlılığını ilan etmiş. Bu, Türkiye içinde bir de IŞİD'in Kafkas cephesinin güçlenmesi anlamına geliyor.

PKK'nın, polis, asker, sivil kişilerin yanı sıra boru hattı gibi ekonomik çıkarları hedef almasının kabul edilebilir hiçbir yanı yok.

Ama sonuçta, karar vericilerin yanlış politikalarının kurbanları hep masum vatandaşlar.

Siyasiler, nasıl 2,5 yılı aşkın süredir devam ettirilen çatışmasızlık ve bu ortamın yarattığı istikrarlı ve şiddetten arındırılmış bir Türkiye'yi sağlamışlarsa, şimdi de şiddet yerine yine aynı huzurlu ortamı sağlamakla sorumlular. Bunun birincil koşulu, hamaset nutukları atmakla değil demokratikleşmeye ivme kazandırmakla mümkün olacak.

30 yıl süren düşük yoğunluklu çatışma, Türkiye'ye acıdan ve istikrarsızlıktan başka ne getirdi?, bu sorunun yanıtı koca bir “Hiç,” ve heba olan yıllar. “Savaştan nemalananlara artık geçit vermeyelim,” diyeceğim ama ne fayda. l.kemal@zaman.com.tr