- 21.09.2011 00:00
Doğu Akdeniz’de zayıf da olsa bir çatışma riski yaratan sorunlar, şimdiki Türkiye yönetiminin, hesaplaşmakta çok gecikilen derin devletten aldığı miras olarak yeniden bizi köşeye sıkıştırıcı nitelik kazandı. Hükümet, bir yandan da, bazı iktidar milletvekillerinin de kışkırtmasıyla sanki cihad seferine çıkan insani yardım örgütünün Mavi Marmara olayı sonrası İsrail ile patlak veren gerilimi askerî tehdit içerikli politikasıyla tırmandırıyor. Türkiye’yi “Hep maraza” çıkartan ülke görünümünden sorunlarını diplomasi yoluyla çözebilecek medeni ülke konumuna getiren iktidarın, etrafa tehditler yağdıran eski Türkiye elbisesini giyer görünüm veriyor olması çok can sıkıcı. Keza, terörle mücadelenin gerçek sahibi olduğunu geç de olsa fark eden hükümetin, Kuzey Irak’ı işgali anlamına gelebilecek kara harekâtını dillendiriyor olması da, yumuşak gücünü ön plana çıkartma arayışındaki AK Parti iktidarında Türkiye’ye ne oluyor, sorularını sorduruyor insana.
Ankara’yı, yukarıda değindiğim Mavi Marmara olayını kötü yönetme konusunda eleştirirken, askerî vesayetin olanca ağırlığını hissettirdiği eski Türkiye özlemi içindeki İsrail’in komandolarınca dokuz Türk’ün öldürülmüş olması kabul edilebilecek bir durum değildir. İsrail, dokuz kişinin ölümünden sorumlu olduğu halde özür dileme büyüklüğünü göstermeyerek aslında küçüldüğünü görmek zorunda.
Bu hususu belirttikten sonra asıl konuya dönelim. Rum kesiminin, Doğu Akdeniz’deki yetki alanında Noble adlı yabancı petrol şirketinin petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamasına izin vererek, Türkiye’ye, neden ve nasıl meydan okuyabildiğine dikkati çekmek istiyorum.
Güney Kıbrıs’ın, Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etmiş olması ve petrol ve doğalgaz aramaları için yabancı firmalarla anlaşma yapıyor olması hukuken doğru. Diğer yandan, Rum kesimi, Türkiye’nin taraf olmadığı Deniz Hukuk Sözleşmesi’nden kaynaklanan bu hukuki hakkını siyaseten istismar ediyor ve kötü niyetli. Zira Kıbrıs Türk toplumu ile barış müzakereleri yapmakta iken, münhasır ekonomik bölge ilan ederek, Türk tarafı ile eşit düzeyde temsil edileceği bir ortak devlet kurma iradesinin olmadığını gösteriyor. Rum kesiminin niyeti fena halde kötü.
Türkiye’nin ise, TPAO’nun katılımıyla Kuzey Kıbrıs bölgesinde petrol ve doğalgaz aramalarına başlayacağını açıklamış olması hukuki değil. Nedenine gelince, biz tanımasak da Rum kesimi, BM tarafından, adayı temsilen tanınmış bir devlet ve AB üyesi bir ülke. Dolayısıyla, Kıbrıs bölgesi de AB suları içine giriyor. Deniz Hukuk Sözleşmesi’ne göre, bizim Rum kesimi dediğimiz “Kıbrıs Cumhuriyeti”, Türkiye’nin tepki verdiği alanda sondaj vs. yaptırabilir.
Maalesef, pek çok mensubu darbe yapmak ve darbe planları hazırlamakla meşgul iken siyasi iradelerin göz yumması sonucu yaratılan gri ortamlar, Türkiye’yi dış politikada sıkıştırmış, manevra alanını sıfıra indirmiş, sürekli arıza çıkartan ülke konumunda tutmuştur.
Mevcut siyasi irade, içerideki şiddetli direnişe rağmen Kıbrıs sorununun çözümü için verdiği mücadele sonucunda 2004 yılında çözüm kapılarını aralamışken AB’den de şiddetli bir darbe yedi.
Önceki gün sözcüsünün, yüzü kızarmadan, Türkiye’yi, sınır anlaşmazlıklarına barışçıl çözüm bulmaya çağırdığı AB, Ankara’da ortaya çıkan çözüm iradesine sırtını çevirip, Rum tarafını birliğe tam üye yaparak tarihsel bir hata yaptığını görmek istemiyor.
İçeride çözümsüzlük isteyenlerin katkısıyla AB’nin işlediği hata, Türkiye’nin elini, birlik üyesi Rum yönetimi ve destekçisi Yunanistan’a karşı hep zayıflattı, şimdi zayıflattığı gibi.
Dolayısıyla, bugün Doğu Akdeniz’de Rum yönetimi ile yaşanmakta olan sondaj krizine misilleme olarak Kıbrıs Türk sularında arama yapacağını açıklaması Türkiye’ye maalesef haklı çıkartmıyor. Zira Ankara, bu politikasıyla hukuken sahip olmadığı hakkını siyaseten istismar ediyor.
Velhasıl, Doğu Akdeniz’deki paylaşım mücadelesinde Ankara çok dikkatli olmak zorunda.
Başbakanlık Basın Bürosu sorunlu...
Seçimler sonrası yeni hükümetin kurulmasıyla birlikte, Başbakanlık Basın Bürosu, basına yeni telefon rehberi dağıtır ya da taslağını verir, kitapçık hazır değilse. Geçenlerde, Başbakanlık Basın Bürosu’nu arayıp, yeni Bakanlar Kurulu listesi ve telefon numaralarını istedim. Telefona çıkan bir kadın, “Hanımefendi burası telefon rehberi değil” diye yanıt vermez mi. Bu garip cevap üzerine, adını isteyince, “Adımı ne yapacaksınız” diye çıkışıp, yüzüme de telefonu kapatıverdi. Onlarca yılım Ankara’da gazetecilik mesleği ile geçti. Bu mesleği icra ederken pek çok sorunla karşılaştım ama yüzüne telefonu kapatan küstah bir çalışan ile karşılaşmadığımı söylemem gerekiyor.Onca demokratik reforma imza atıp, medeni bir Türkiye yaratma arayışındaki AK Parti iktidarının başbakanının basın bürosu, asla çağdışı görünüm vermemeli. İlgili kişiye yaptığım şikâyet üzerine bir özür ile geri dönüş olmaması üzerine, bu saygısız, haddini aşan, küstah davranışı siz okuyucularla paylaşmak zorunda kaldım.
Yorum Yap