- 17.12.2014 00:00
Pazar günkü büyük medya operasyonuna, sanki basın mesleğinin kapsamı dışında kaldığı iddia edilen suç isnatlarından dolayı gerçekleşmiş izlenimi yaratmak için kimi polis yetkilileri de dahil edildi.
Pek tabii uygar dünya ve Türkiye’de hukukun üstünlüğüne gönülden inanan insanlar, medya operasyonunun, özellikle 17, 25 Aralık’tan bu yana zorlama bir şekilde üretilen deliller üzerinden yapıldığını bildiklerinden, iktidara tepkileri de sert oldu. Medyaya yapılan operasyona uygar dünyanın verdiği sert tepkinin nedeni, uzunca süredir Türkiye’de, halkın haber alma özgürlüğünün ana kaynağı olan basın üzerine pazar günkü operasyon ile büyük darbenin vurulmuş olmasıydı.
Bizde basına yönelik baskılar karşısında medyada oluşmuş bir ortak kültür yok, her ne kadar Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın gözaltına alınmış olmalarına ortak bir dil kullanarak tepki vermiş olsalar da. Bu tepkiler arasına, Zaman grubuna, darbe teşebbüsü davalarında izlediği yayın politikası ima edilerek yöneltilen eleştiriler de sıkıştırılıyor, adeta hiç teşebbüs suçu oluşmamış da herkes masummuş gibi.
Keza yine eleştirenler, Uludere’de 34 vatandaşın F-16 uçaklarıyla yanlışlıkla da olsa öldürülmesi olayıyla ilgili fikri takibi sürdürmeyerek, çifte standardın en vahim örneklerinden biri olarak tarih sayfalarında yerlerini çoktan aldıklarını görmezden geliyorlar.
Taraf gazetesi, medyaya yönelik operasyonun yapılmasından bir gün sonra birinci sayfadan, bir rahibin, Türkiye’de gazeteciler dahil herkesin ders çıkartması gereken şu özdeyişini alıntılamıştı:
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.
Rahip Martin Niemöller”
Rahip Niemöller, mensubu olduğu Protestan Kilisesi liderlerinin, Almanya’da Nazilerin milyonlarca insanı katletmelerine sessiz kalarak Nazilerle işbirliği yapmış olmalarına atıfla bu dizeleri kaleme almış. Ama aynı Rahip , bu dizelerin son cümlesinde, “Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı,” diyerek özeleştiri yapmış ve bir dönem kendisinin de Yahudi düşmanlığı yapmış olmasından dolayı pişmanlığını dile getirmişti.
Medyanın ders çıkartma kültürü yok dedik ya, işte size bir başka örnek; Ahmet Şık adlı gazeteci, önceki gün Habertürk’te yer alan ifadelerinde; “Kötü gazeteciliği eleştireceğimiz yer terör mahkemesi değildir,” diyor ve ekliyor: “Ben Cemaat ve AKP medyasının o süreçteki tüm yayıncılığının ciddi bir ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum. Mesleki olarak ciddi bir özeleştiri vermeleri gerektiğini düşünüyorum…”
Peki sen, bir aracı profesöre güvenip verdiğim söyleşinin yazılmaması gereken bölümlerini yayımlayarak ahlaksızlık yaptığının ve suç işlediğinin bilincine neden varamıyorsun?.. (O tarihteki yazımın linki için bakınız: http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/lale-kemal/sik-in-ibretlik-gazeteciligi/16641/)
Ruşen Çakır’ın ise Şık’a destek amaçlı ve ancak geçenlerde bir arşiv çalışması sırasında görebildiğim 2011 tarihli bana saldıran yazısını ise aynen kendisine iade ediyorum. Evet her kuşun eti yenmez, seninki yenir de benimki yenmez. Güya beni tehdit ediyor. (Çakır’ın yazısı için bakınız: http://medya.haber3.com/rusen-cakir-font-colorredtaraf-yazarinafont-verdi-veristirdi-43990h.htm)
Hukuk devletinde, son medya operasyonunda olduğu gibi üretilmiş deliller üzerinden kimse yargılanamaz ama gazetecilik etiğini hunharca çiğneyip bir başkasının yani benim yargılanmama neden olmanın hukukta karşılığı vardır. l.kemal@zaman.com.tr
Yorum Yap