- 25.10.2014 00:00
Teorik olarak Jandarma Genel Komutanlığı, emniyet ve asayiş işleri ve diğer görev ve hizmetlerinin yerine getirilmesi yönünden barış zamanında şeklen İçişleri Bakanlığı’na bağlı görev yapan silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvveti iken savaş zamanında TSK bünyesinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteriyor. Ne var ki, ülke güvenliği açısından asayişi eşgüdüm içinde sağlaması gereken jandarma ve polisin, biri askeri diğeri sivil iki ayrı kuruma bağlı faaliyet gösteriyor olması zaten baştan sorunlu.
6-7 Ekim tarihleri arasında Suriye’deki Kobane kentinde IŞİD terör örgütüne karşı savaşmakta olan bu ülke Kürtlerine Türk hükümetinin yardım elini uzatmadığı gerekçesiyle başta güneydoğu, Türkiye’nin birçok ilinde olaylar çıkmış, 34 kadar kişi hayatını kaybetmişti. Başbakan Davutoğlu’nun hafta başında açıkladığı iç güvenlik paketi de, Kobane olaylarının hemen akabinde geliyor. Bu pakette, polise aşırı yetki veren maddeler, makul şüphe gerekçesiyle muhalif kesimlerin baskı altına alınması açısından endişe yaratırken jandarma teşkilatında yapılacağı açıklanan değişikliğin de TSK’nın tepkisine neden olduğu kamuoyuna yansıdı.
Davutoğlu, reform diye nitelediği değişiklikle Jandarma Genel Komutanlığı (JGK) ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın (SGK) İçişleri Bakanlığı’na bağlanacağını açıkladı. İçişleri Bakanlığı da detaylı açıklamasında, JGK ve SGK’nın, askeri görevleri dışındaki görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin olarak atama, değerlendirme ve disiplin konularında içişleri bakanını ve valileri yetkilendiren düzenlemeler yapıldığını bildirdi. Diğer bir deyişle aslında JGK ve SGK siyasi iradeye tam olarak bağlanmıyor, eskisinden farklı olarak asayiş görevleri sırasındaki jandarma faaliyetleri denetim altına alınmaya çalışılıyor. Zira, Kobane olayları sırasında da güneydoğu illerinde 49 kadar kaymakamlık göstericilerin işgaline uğradığında ilgili il valilerinin Jandarma’ya yaptıkları birlik kaydırma talepleri tam olarak yerine getirilmemiş. Davutoğlu da valilerin yaşadığı bu sorunları Jandarma Genel Komutanlığı’na iletmiş.
Bu olayın, iktidarı, uzun yıllar sonra JGK’yı o da kısmen kendisine bağlama planını hızlandırmaya zorladığı anlaşılıyor. Esasen, öngördüğü demokratikleşme kriterlerinden Türkiye’nin çoktandır uzaklaştığı AB’nin 8 Ekim tarihli ilerleme raporunda da, JGK’nın, TSK’ya bağlı olan statüsünün sorunlu alanlar arasında sayılmaya devam ettiğini hatırlatalım.
Raporda, iç güvenlik operasyonlarına silahlı kuvvetlerin dahil olmasına geçit veren İl Özel İdaresi Kanunu’nun, askeri operasyonlar üzerinde sivil makamların denetiminin genişletilmesi yolunda reformlara ihtiyaç olduğu vurgulanarak, “Özellikle, Jandarma’nın asayiş faaliyetlerinde valilerin sivil denetimi yetersiz kalmaya devam ediyor,” deniyor.
Hükümetin, basın, ifade, toplanma özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi birçok alanda baskıcı uygulamalara giderken, iç güvenlik paketiyle AB’nin demokratik kriterlerinin işine geldiği bölümlerini cımbızla çekip çıkardığı anlaşılıyor.
Suriye’de radikal gruplara gönderilmekte olduğundan şüphelenilen ve silah yüklü olduğu iddia edilen MİT TIR’larının hükümet tarafından polisçe aranması engellendiğinde savcının jandarmayı devreye sokması gibi olaylar, “Jandarma buna benzer şüpheli olaylarda kontrol altına alınmak için mi kısmen sivil iradeye bağlanıyor?” sorularını ister istemez akıllara getiriyor.
Dolayısıyla, iktidarın reform diye ambalajladığı jandarma tasarrufunu, kimi keyfi uygulamalara geçit vermek için bir araç olarak kullanmayacağının garantisinin olmadığı bir dönemden geçiyoruz.
Yorum Yap