- 19.06.2013 00:00
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Sesini yükselt, düşüncelerini açıkça söyle” anlamına gelen “Speakup” konferanslarının bu yıl ikincisinin yine Brüksel’de perşembe günü yapılacağı bir günlük oturumun konuşmacıları arasında yer alıyordu. Şimdi öğreniyoruz ki Bakan Ergin, Gezi Parkı’ndan başlayıp ülke geneline yayılan hükümet aleyhtarı protestoları iktidarın aşırı güç kullanımıyla bastırmasına sert eleştiri yönelten AB’ye kızarak bu konferansa katılmaktan vazgeçmiş.
AB, Balkan ülkeleri ile Türkiye’de giderek kötüleşen basın özgürlüğünün seyrinin takibini amaçlayan bu konferansın ilkini 2011 yılında yapmıştı. Basın özgürlüğü ve medya, AB’ye üye olma kriterleri arasında birincil öneme sahip konu başlıkları arasında. Konferansa, sözkonusu ülkelerden basın dâhil pek çok STK’nın da yer alacağı 450 kişinin katılması bekleniyor.
Hükümet, gerek AB gerek Avrupa Parlamentosu gerekse üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin, protestoları aşırı güç kullanımıyla bastırmasına yönelik ve Başbakan Erdoğan’ın “tanımıyorum” dediği kararlarına kızarak, bazı Avrupalı parlamenterlerin de Türkiye randevularını iptal etmiş. Bu ay sonlarına doğru yapılması planlanan AB-Türkiye parlamenterlerinin buluşması da tehlikeye girmiş bulunuyor.
AK Parti hükümeti, Türkiye’nin onlarca yıl kapısında beklediği AB ile 2005 yılında tam üyelik müzakerelerini açmayı başardığı birlik ile ipleri tamamen koparıyor mu sorusu yalnızca Batı başkentlerinde değil Türkiye’de de sorulmaya başlandı. Tam da Türkiye ve AB arasında uzun süren bir kopukluktan sonra 26 haziran tarihinde bölgesel yönetimler başlıklı Kürt sorununun çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunacak görüşme başlığının açılarak, ilişkilerin kısmen iyileşeceği bir döneme girilmişken. Türkiye’nin, protestoları aşırı güç kullanımı ile bastırmaya devam etmesi ve sorumlulardan hesap sormaması hâlinde bu başlığın açılmaması riski bulunuyor.
Gezi Parkı ile başlayan ve bugün hükümet aleyhtarlığına dönüşen kitlesel eylemlerin arka planında, yalnızlaşan, hayal kırıklığı yaşayan bir zihin dünyası olduğunu iktidar anlamamakta ısrar ediyor, polisin aşırı güç kullanımını engellemiyor, sorumlulardan hesap sormuyor, tam üyelik için aday ülke olduğumuz AB’nin haklı eleştirilerinin arkasında art niyet arıyor, resti çekiyor.
M. Şükrü Hanioğlu, Sabah gazetesinde 16 haziran tarihinde yayımlanan yazısında şöyle bir tehlikeye dikkat çekiyor ki iktidarın kulak kabartması gerekiyor;
“Siyasetin iki temel kutbundan birisinin ‘hayat tarzı endişesi siyaseti’ yapması oldukça önemli bir sorundur. Bunun değişimi ise tüm yaşam biçimlerinin güvencede olduğu algısının yerleşmesi ile sağlanabilir.”
Gezi Parkı olaylarıyla başlayan ve hükümetin, birliğin eleştirilerine sert tepki vermesi ile meydana gelen gelişmeler üzerine geçen hafta cuma günü bir toplantı yapan AB’nin Ankara’daki büyükelçileri, “Erdoğan’ın aşırı duygusal tepki verdiğini ve her an AB ile üyelik müzakerelerinden çekilme riskinden endişe duyduklarını” dile getirdiler. Büyükelçiler, başkentlerine, “Türkiye’nin, AB’ye bağlı kalması gerektiğini, eleştirilerinde dozu kaçırmamalarını” öğütlediler.
Toplantıda, kimi bazı büyükelçiler, Gezi olaylarını ele alış biçimi nedeniyle hükümete baskı uygulamasını isteseler de genel kanı Ankara’yı fazla öfkelendirmemek.
AB, nihai durumda, Erdoğan’ın, “Boş ver” deyip, AB’den kopuşu ilan edebileceği riskinin gerçek olduğunu görüyor ve böyle bir ihtimalden ciddi endişe duyuyor.
Hükümet, Gezi olaylarından nemalanmak isteyen derin devlet unsurları ve destekçilerinin zil takıp oynamalarına izin vermemeli.
Jandarma sonrasında asker riski
Protestolar, tam da dördüncü haftasına girerken, hükümet olayları bastırmak için Jandarma’dan yardım istedi, isteyebilir de. Ama burada sorun, kâğıt üzerinde İçişleri bakanına bağlı olan, fiiliyatta ise profesyonelleşmemiş TSK’nın kontrolünde olan jandarmanın, asayiş olaylarını insan hakları kurallarına uyarak ne ölçüde bastırabileceği ve tam tersine gösterilerin daha da çığırından çıkması riskini arttırıp arttırmayacağı. Hele hele de onlarca yıldır insan hakları eğitimi almasına rağmen polisin, protestoları aşırı güç kullanarak bastırmaya çalıştığı gerçeği gözönüne alındığında zaten tam anlamıyla siyasi iradeye bağlı olmayan jandarmadan takviye, mevcut gerilimi kontrol edilemez hâle getirebilir.
Başbakan Yardımcısı Arınç, önceki gün, gerekirse Silahlı Kuvvetler’den de yardım istenebileceğini söyledi. Bu tehlikeli bir söylem, hele hele de askerî reformların yarım bırakıldığı bir dönemde, bu toplumsal olayları asker desteğiyle bastırayım derken zaten içi kıpır kıpır olan ordunun, meseleyi farklı mecralara itip itmeyeceğinin garantisi yok. Nitekim, MHP lideri Bahçeli de dünkü grup konuşmasında, hükümetin ateşle oynadığını, masum vatandaş ile askeri karşı karşıya getirmenin tehlikelerine dikkat çekiyordu.
loglu@superonline.com
Yorum Yap