- 6.02.2013 00:00
AK Parti, 2002 kasımında ilk iktidara geldiğinde Gayrı Safi Yurt İçi Hasılası kısa adıyla GSYİH’sı, 250 milyar dolarlardan 2011 verilerine göre 1,3 trilyon dolara çıkan Türkiye, dünyanın 15. büyük ekonomisi hâline geldi. GSYİH’daki büyüme, ekonominin önemli bir ivme kazandığının da göstergesidir. Ekonomik büyümenin, daha ziyade makro düzeyde olup mikro düzeyde yani vatandaşın hayat standardını istenen düzeye getirmese de Türkiye’yi uluslararası ölçekte önemli bir ülke hâline getirdiği yadsınamaz. Hele de AK Parti iktidarında ekonomik büyümeye paralel olarak gerçekleşen demokratik reformlar, 2003 itibariyle Türkiye’yi adeta uçurdu ve belki de tarihinin en istikrarlı dönemini yaşattı. Ne var ki ekonomik büyüme devam ederken reformlara bir süredir ara verildi ve hükümetin statüko ile işbirliği içine girdiği yolundaki kuvvetli izlenim ile birlikte demokratik siyasette yakalanan ivmede geriye gidiş başladı. Bu geriye gidişin en önemli göstergesi, ifade özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller olarak kendisini gösteriyor.
Askerin bir daha darbe yapamayacağının garantisi olan yapısal reformlara ara verilmiş olması ise korkarım ekonomide gözlenen ciddi kazanımları da geriye götürebilecek bir riski içinde barındırıyor. Demokrasinin daha da ilerletilmesi için gerekli reformlara yeniden ivme kazandırılırsa eğer Türkiye’nin izlemekte olduğu aktif dış politika yukarıda belirttiğim ekonomik büyümesi ile örtüştüğünde Ankara’nın artan biçimde saygın bir ülke hâline gelmesini de kaçınılmaz kılar. Zaten Kürt sorununu çözen bir Türkiye ki bu çözüm için demokratik reformlar yapması şart şahlanır, evet Erdoğan’ın söylediği gibi pik yapar yani zirveye çıkar.
Özgüven arttıkça kaslar gösteriliyor
Hızlı ekonomik büyüme, Türkiye’nin özgüvenini arttıran bir faktör hâline geldikçe Ankara’nın kaslarını gösterip dünyanın her yerinde, örneğin, Afrika’da büyükelçilikler açarak, varlık gösterme arayışları da doğal oluyor. Keza, Başbakan Erdoğan’ın, ilk kez geçen yıl gündeme getirdiği Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılım fikri, Türkiye ile müzakerelere uzun süre ara veren AB’ye, “Beni almazsan başka alternatiflerim var,” mesajını barındırmakla beraber bu taktik bir politikanın ötesine giden bir arayışın işaretleri. Zaten yapısı itibariyle ŞİÖ, AB’ye alternatif değil.
Erdoğan’ın yakınlarda yeniden ısıttığı ŞİÖ’ye Türkiye’nin katılımı konusu da Ankara’nın artan özgüveniyle birlikte dünyada söz sahibi ülkeler sınıfına girme arayışlarının bir yansıması olarak da ortaya çıktı. Kaldı ki dönemin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal, 31 Ocak 2012 tarihli basın toplantısında, Türkiye’nin bu örgüte gözlemci statüsüyle katılmak istediğini belirterek gündemdeki konunun bu örgüte tam üyelik olmadığına açıklık getirmişti. Bu arada hatırlatalım, ABD’nin, 2006 yılında bu örgüte yaptığı gözlemci statüsü başvurusu reddedilmişti.
ŞİÖ, Çin, Rusya ile Türkiye’nin kendisine tarihsel olarak yakın hissettiği Kazakistan, Kırgızistan,Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşuyor. 1996 doğumlu ŞİÖ’nün, ilk kuruluş amaçlarının başında Çin ve dağılmadan önceki SSCB arasındaki sınırın askersizleştirilmesi bulunuyordu. Üyeleri arasında askerî işbirliğini arttıran ŞİÖ, Orta Asya özeli ve Asya genelinde ABD’ye karşı kalkan görevi görmek istemekle beraber iki üyesi Rusya ve Çin arasındaki görüş ayrılıklarının bu örgütün etkin hâle gelmesini caydırıcı faktörler olarak gösteriliyor.
Kimilerimizin ata diyarına yakınlaşma
Aslında, gelişmiş ya da gelişmekte olan pek çok ülkenin, özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından oluşan bölgesel örgütlenmelerin kuruluşlarına ya önayak olduğu ya da gözlemci gibi statülerle bu örgütlere montajlandığı görülür.
Dikkat ettiyseniz Jandarma Teşkilatı, geçen hafta, Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın katılımıyla, Avrasya Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı’nın resmen kurulduğu haberini verdi. Kısa adı TAKM olan bu jandarma örgütünün sembolü de at olmuş. Büyük olasılıkla bu örgüt de diğer bazı benzerleri gibi, içinde at heykelini barındıran bir merkez ofisi ile işlevsel bir örgüt olarak faaliyet göstermeyecektir.
Ancak nihayetinde, ŞİÖ ya da at sembollü TAKM olsun bu bölgesel örgütlere Türkiye’nin katılımı ya da öncülük etmesi, bir yandan da Ankara’nın, zaman zaman birbirimizin lehçesini anlamakta zorluk çeksek de bazılarımızın ata diyarı Türkçe konuşan Orta Asya Cumhuriyetlerinde daha etkin olmasına yarayacak. Bunlar, Pan-Türkizmi canlandırma arayışları mı, onu zaman gösterecek.
loglu@superonline.com
Yorum Yap