- 12.09.2012 00:00
Bazı ilkeler vardır ki, her vahim olay sonrası bu ilkelerin uygulanması gerektiği hatırlatılır kendini tekrar anlamına gelse de. Silah taşıma ayrıcalığına sahip güvenlik güçlerinin, seçilmiş siyasi iradelerce demokratik kontrolünün sağlanması olan demokrasilerin benimsediği evrensel ilkeden bahsediyorum. Bizim, limanına bile demirleyemediğimiz AB blokuna, eski komünist Doğu Avrupa ülkeleri çok önce tam üye oldular zira, gerek askerî gerekse sivil reformları harfiyen yerine getirdiler. Bu ülkeler, ordularının siyasi iradeye tabi olması için çeşitli eğitimlerden geçirildiler ve nihayetinde, AB’ye tam üyeliğin olmazsa olmazı olan, güvenlik güçlerinin demokratik denetimi ilkesini sağladılar. Güvenlik güçlerinin, silah taşıma ayrıcalığına sahip olmalarından dolayı tüm faaliyetlerinin siyasi irade ve parlamento denetimi altında yürütülmesi ayrı bir önem taşır. Sözkonusu bu denetim mekanizması çalışmadığı için ordu, silah taşıma ayrıcalığını sayesinde edindiği vergi mükellefi vatandaşına karşı ironik bir biçimde darbeler yoluyla silahlı tehdit ortamının diri kalmasını sağlayagelmiştir.
Artık devamı getirilmeyen geçmişteki askerî reformlar, bir ölçüde TSK’nın, siyasi gücünü kırmış olsa da seçilmişlerin kontrolü ve denetimi altına tümüyle girmesi için kat etmemiz gereken çok mesafe bulunuyor, hem zihinsel hem yasa yapımı düzeyinde. Türkiye’de, öteden beri sürmekte olan TSK’daki ihmaller zinciri, yeni yeni gün yüzüne çıktıkça, bu silahlı gücün seçilmişlerin tam denetimi altına girmesi ve faaliyetlerinin bütünüyle yurt savunmasına odaklanması gerektiği olan evrensel demokrasi ilkesini hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Dış denetim yani siyasi irade ve parlamento denetimi mekanizmasının yaratacağı baskıyı üzerinde hissetmeyen TSK’daki hak ihlalleri ve ihmaller saymakla bitmez ama birkaçını sayalım; zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olan dolayısıyla doğası gereği acemi olan askerlerin, özel olarak eğitilmiş profesyonel askerler yerine 28 yılı bulan terörle mücadelede PKK ile çatışmalara gönderiliyor olmaları, ordunun geçmişteki darbelerini kabul edilebilir kılmak için erkek nüfusun zorunlu askerlik yoluyla vesayet düzenine biat kılınması, Türkiye istikrarını alt üst eden Uludere faciası, F-4 jetinin Suriye tarafından düşürülmesi, son olarak da, el bombalarının deneyimsiz erler marifetiyle taşınması sonucu giden 25 can.
Yukarıda saydığım olaylar, siyasetçilerin basiretsizliği sonucu denetlenmeyen ordunun ülkeyi nasıl bir felakete sürüklediğinin birkaç örneği.
Afyonkarahisar’da, bir askerî mühimmat deposunda meydana gelen patlamada giden 25 can geri gelmeyecek ama hesabı artık verilmek zorunda, düzensiz birliklerden oluşan terör elemanlarıyla çatışmaya gönderilip ölen ya da yaralananların hesabının verilmesi gerektiği gibi. Giden canların cesetlerinin dahi paramparça olduğu patlamanın yaşandığı Afyon’un valisi, olayın ertesi günü kendisini ziyaret eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e kilim hediye edebiliyor, artık vicdanlar bile sızlamıyor ne diyelim.
Afyon faciasında hesap kesilmiş ama albay ve daha altı rütbede dört subaydan. Oysa, TSK’da daha üstü rütbede yani general ve yine onun üstü komutanlar silsilesi içinde yanlış da olsa kararlar alınır ve alt rütbeye uygulatılır tıpkı mühimmat sayımı yaptırılması ya da bombaların bulunduğu kasaların acemi erlere taşıtılması gibi.
Başbakan Erdoğan, bu kişilerin görevden alınıp farklı yerlere tayin edildiklerini belirtiyor ve son derece sorunlu şu ifadeyi kullanıyor; “Bu süreci de (görevden almalar) Genelkurmay Başkanımız başlatmış vaziyettedir.” Erdoğan, ustalık dönemi olan bu üçüncü iktidar döneminde, TSK’nın siyasi iradeye bağlanması yolundaki reformlarından vazgeçtiği gibi komutanın icazeti ile kararların alındığını kamuoyu ile paylaşmaya özen göstererek, yanlış yapıyor.Demokrasi mücadelesi vermiş olan İspanya gibi ülkelerde bu işler öyle yürümüyor, seçilmişler askerî reform yasalarını hazırlıyor askerler de biat ediyor. İçeriden reform olmaz.
Şayet Türkiye’de bağımsız denetim mekanizması çalışıyor olsaydı belki de Afyon olayı meydana gelmeyecekti. Bu olay, ister kaza isterse sabotaj sonucu meydana gelsin, ehil olmayan kişilerin bomba taşıma ya da sayım işlemiyle görevlendirilmelerinin hiçbir mazereti olamaz. Afyon faciasının olduğu gün görüştüğüm bir Sayıştay denetçisi, ilk kez askerî tesislerde denetimlere başladıklarını ama mühimmat depolarının bulunduğu askerî karargâhlara henüz gidilmemiş olduğunu belirterek şöyle diyordu “Bu tesislerde yıllar öncesinden denetim yapsaydık en azından bombaları saklama koşulları, ehil insanlar marifetiyle bu işlerin yapılması gibi gerekli ilkelerin uygulanmasını sağlardık,” diyerek yakınıyordu.
Ordu denetlenmiyor. TSK’nın harcamaları ve diğer tüm faaliyetlerinin hesap verilebilir ve şeffaf hâle getirilmesi için gerekli olan Sayıştay Kanunu’nu da bu hükümet adeta eleğe çevirdi, şeffaflık ilkesini öldürdü. Muhalefetin zaten bu ilkeler umurunda değil.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik demokrasilerin iki temel şartıdır. Sayıştay Kanunu üzerinde yapılan değişikliklerle bu iki temel şart zafiyete uğratıldı, Uludere, Afyon facialarının tekrarını önleyecek mekanizmalar ortadan kaldırıldı.
TSK’nın çok geciken yeniden yapılandırılması elzem iken kanunlar marifetiyle bu sürecin daha da ötelenmiş olması çok can sıkıcı.
loglu@superonline.com
Yorum Yap