- 29.08.2012 00:00
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, belli ki kendisini yalnız hissetmişti ki, önceki gün biraraya geldiği gazetecilere, “Sizinle dertleşmek istedim,” diyerek söze başlamıştı. Ancak bu sözleri sarfettiği dakikalarda, Türkiye’nin canını yakan teröre çözüm konusunda bu kadar yalnız hissettiğini anlamak mümkün değildi ta ki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, aynı gün akşam saatlerinde, partidaşı Çiçek’in, mutabakat metnine tepki verip, muhtıra diye nitelendirmesine kadar. Arınç’ın, Çiçek’in, basına dağıttığı teröre karşı ulusal mutabakatı öngören metninin muhatabının hükümet olmadığını belirtmesi, tahminlerin aksine Meclis Başkanı’nın hükümet ile bir danışıklı dövüş sonucu bu metni kaleme almadığını ortaya koyuyordu. Danışması gerekir miydi, sorusu ayrı bir konu. Ama, Arınç’ın, mutabakat metnini, muhtıra diye nitelendirmesine kadar varacak aşırı tepkisini anlamak gerçekten çok güç.
Çiçek’in, Kürt sorununa çözümü öngörürken terör sorununu en aza indirmeyi amaçlayan 11 maddelik milli mutabakat metninin içeriğine bakıldığında, “Vay anasını amma da cesur adımlar,” dedirtecek önlemler içermediği bir gerçek zira zaten Türkiye’nin, metinde sözü edilen, ekonomik ve kültürel tedbirleri, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi adımları, çoktan atması gerekirdi. En azından Çiçek’in, terör sorununun, demokrasinin tesis edilmesi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesiyle çözülmesi gerektiğini teyit etmiş olması, İngiltere ve İspanya’nın, IRA ve ETA terörü sorunlarını demokratik bir anlayışla çözme gayretlerinin örnek alınması gerektiğinin altını çizmiş olması kayda değerdi. Diğer yandan, Çiçek’in, konuşmasında, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı kastederek bölücübaşı ifadesini kullanmış olması ve Kürt sorunu ibaresine, milli mutabakat olarak açıkladığı metninde hiç yer vermemiş olması, bu deneyimli siyasetçinin, yine de tabularını yıkamamış olduğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Doğru, Öcalan bir terör örgütünün lideri ama bölücübaşı ifadesi, Kürtlere karşı zaten neredeyse nefret duygularıyla beslenen Türk kamuoyunu daha da kışkırtıcı nitelik taşıdığı için sorunlu. En büyük eksiğimiz, devletin, terörle mücadeledeki kabul edilemez hatalarını görmemizi sağlayacak bir dilin de kullanılmıyor ve geçmişten ders almıyor olmamız değil mi zaten.
Çiçek’in de önceki günkü basın toplantısında altını çizdiği üzere, Türkiye’de herkes terör sorununun çözülmesini istiyor. İstiyor ama nasıl, asıl yanıt verilmesi gereken can alıcı soru bu. Bu soruya yanıt vermesi gereken parlamentoda, Kürt sorununa doğru teşhisi koyup, doğru reçeteyi uygulayacak bir çözüm iradesi yok. Keza, bu anlamda bir devlet aklı da ortaya çıkmış değil. Çiçek’in, terör sorununu çözmede örnek alınması gerektiğini söylediği İngiltere ve İspanya gibi ülkeler, cesur adımlar atarak, bu sorunun çözümünde “muhatap kim,” ve yakınlarını terör sonucu kaybeden “insanlar çözüme nasıl hazırlanacak,” gibi sorulara yanıt bularak, uzun soluklu bir yola çıktılar. İspanya örneğinden yola çıkarsak, bu ülke 40 yıllık Franko askerî rejiminin sonlanması ve askerî darbelerin ilelebet tarihe gömülmesini sağlayarak terör sorununu çözme yoluna girdi.
İspanya’nın terörle mücadelesinde uyguladığı yöntemlere kafa yorulması gerektiğini söyleyen Çiçek’e, doğal olarak, İspanya gibi ordusunun tam denetimini sağlayacak askerî reformların devam edip etmeyeceğini sordum, zira halen demokratik kontrolü sağlanamayan bir TSK ile terörle mücadelenin ciddi zorluklarına değindim. Çiçek, bu sorularımı kapsamlı bulduğunu belirtip, es geçti. Oysaki, ordusunu denetleyemeyen bir siyasi iradenin, terörle mücadelede (darbeleri bir kenara koyarsak) başına neler geliyor Uludere olayında bir kez daha yaşadık. Bülent Arınç, geçtiğimiz haftalarda, “Uludere’yi yapanların Allah bin defa cezasını versin, her şeyi berbat ettiler,” dememiş miydi. Uludere’de, 34 vatandaşın PKK’lı sanılarak, F-16 jetleriyle bombalama sonucu ölmeleri olayı üzerinden sekiz ay geçti ve siyasi irade, halen vurma emrini kimin verdiğini, kimin bu katliamvari olaydan sorumlu olduğunu ortaya çıkartabilmiş değil. Unutulmasın ki Uludere olayı, Türkiye’nin kendi topuğuna kurşun sıkmış dolayısıyla Kürt sorununun çözümünü daha ağırlaştırmıştır.
Türk F4 jetinin, haziran sonlarına doğru Suriye tarafından düşürülmesi olayında askeri tarafından kafası karıştırılan, Uludere’nin hesabını veremeyen ve derin devleti çözerken kendi istikbaline düşen bir hükümet, Kürt sorununu artık siyaseten çözme iradesini kaybetmiş ki Meclis Başkanı Çiçek, “Ben yazdım,” deyip, içinde bulunduğumuz açmazdan çıkmamız için eksik de olsa, cesur adımları içermese de bir reçete sunmak durumunda kalıyor ve fark yaratıyor.
Medyada ise yine fark yaratan gazete Taraf oluyor, gerek Kürt sorunu gerekse derin devlet sorunlarına doğru teşhis koyma anlamında. Taraf ’ın, Gaziantep’te alçakça düzenlenen terör saldırısı sırasında ölen çocuklardan Almina’nın, cansız bedeniyle birlikte ebediyete uğurlanan o güzel yüzünün yanındaki, 22 ağustos tarihli spot haber şöyle diyordu: “Türkiye 2012... Savaşı bitirip, barışı kuramayan ülkenin çocuğu o..”
Savaşı bitir(e)memiş bir ülke olmaktan utanç duymalıyız.
loglu@superonline.com
Yorum Yap