- 20.07.2012 00:00
Kürt sorununu sabit ve değişmez bir toplumsal sorun gibi algılıyoruz; oysa bu mesele içeriden ve dışarıdan etkilerle her geçen gün yeni özellikler kazanıyor ve nitelik değiştiriyor. 30 yıl önceki Kürt meselesiyle, bugünkü arasında önemli bir fark var. Bu dinamizm gözden kaçırıldığı için sorun büyüyerek Türkiye için “milli” bir mesele haline gelmiştir. Kürt sorunu dün insan hakları, demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesiyle çözülebilecek bir sorunken, bugün kısmi egemenlik paylaşımı tartışılıyor, yarın ise tartışma daha üst boyutlara varacak.
Bundan 30 yıl önce Kürt isyancıları silahı ilk patlattığında Ankara için sorun “üç-beş eşkıya”dan ibaretti. Kuşkusuz o zaman ortada silaha sarılan bir avuç isyancı vardı ama o üç beş kişinin çaktığı kıvılcım bütün bir bozkırı tutuşturduğunda da sorun dikkate alınmadı. Darbecilere teslim olan Ankara’nın refleksi ise Kürt köylülerine dışkı yedirmek ve onları köy meydanında sıra dayağına çekmek oldu. Saddam’a karşı girişilen Birinci Körfez Harekâtı’ndan sonra Irak’ta ortaya çıkan yeni durum Kürtlerin lehineydi. Otorite boşluğundan en çok PKK yararlandı ve 1990’lara gelindiğinde artık Türkiye’nin bir “Kürt sorunu” vardı. Demirel ve İnönü’nün ortak kurduğu hükümet, bu durumu “Kürt realitesini tanıyoruz” diyerek tescil etti. Cumhuriyet tarihi boyunca belki de Ankara’nın yaptığı en akıllıca tesbitti bu, adını doğru koydu ve çözmeye niyetlendi.Ancak PKK’nın köylü isyancılığını aşıp siyasallaşamaması, askerin ağırlığını koyarak sivilleri teslim alması yüzünden Türkiye kanlı bir iç savaşa sürüklendi. 17 bin Kürdün faili meçhul bir şekilde sokak ortasında öldürülmesi, binlerce köyün yakılarak milyonlarca insanın batıya göç ettirilmesi işte o korkunç dönemin ürünü. “Orta yoğunluklu savaş” olarak nitelenen o dönemin sonunda örgütün lideri yakalanarak Türkiye’ye getirildi. Örgüt silahlı mücadeleye son verdi, demokratik siyasete dönüş fırsatını beklemek için silahlı militanlarını Türkiye dışına çıkardı ve kötü çağrışımlar yaptığı gerekçesiyle “PKK” ismini bile değiştirdi.
Türkiye’ye teslim edilen PKK lideri Öcalan’ın İmralı’ya “Zafer Fırkateyni” ile götürülmesine bakarak bile, Ankara’nın büyük bir zafer sarhoşluğuna kapıldığını söyleyebiliriz. Peki ya sonrası?
AKP hükümetinin başa geldiği dönem oluyor, bu tarih. Objektif olarak söylemek gerekirse AKP, bu dönemde Kürt sorununu çözmek için kılını bile kıpırdatmadı. İktidarın zorlukları vardı, henüz yeni ve daha yolun başındaydılar, bunlar doğru; ama hayatın böyle mazeretleri pek umursamadığı bugün daha iyi anlaşılıyor. AB standartlarında bir demokrasiye ve basit bir af yasasıyla eve dönüşe hazır olan örgütün varlığı unutuldu ve kendiliğinden sönmesi, yok olması beklendi. Bu sorumsuzluğun faturası ise Türkiye’ye çıktı. 2003’te Saddam’ın sonunu getiren İkinci Körfez Harekâtı’yla birlikte Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi, “Irak Kürdistanı”na dönüştü. Yanımızda -henüz bağımsız olmasa da- bir Kürt devleti kuruldu. Türkiyeli Kürtlerin bundan daha azını istemesi mümkün mü? Irak’taki dağlara çekilen örgütün Türkiye’ye dönüşü 2004’te başlıyor. Bu gelişmeler Ankara’yı Kürt meselesinde köklü bir değişikliğe yöneltti. Askere havale edilen Kürt politikasına siviller ağırlık koydu. Yasa ve kanunlarda bugüne kadar radikal değişiklikler yapılmasa da Kürtleri inkâr politikası terk edildi. Örgütle diyalog başlatıldı, demokratik açılım süreci ilan edildi...
Ancak örgütün de ayak diremesiyle açılım süreci yarıda kaldı, silahlar yeniden konuşmaya başladı. Türkiye yine eski kanlı günlere geri döndü. Kürt sorununun dinamik özelliğini ve etrafındaki değişimi kavrayamayan Ankara, eskiden olsa belki anlamlı olabilecek bazı demokratik adımları, büyük bir gösterişle pazarlamaya çalışınca karşılık bulmadı. Ve hâlâ bunun hayal kırıklığını yaşıyor da diyebiliriz. Bu çağda Kürtlerin ana dilini özgürce konuşamadığı eleştirilerini “Yaşayan diller enstitüsü kurduk, daha ne istiyorsunuz” sözleriyle cevaplayan hükümet, önceki hükümetlerden farkını da “Güneydoğu’da yol kontrollerini kaldırdık, rahat seyahat imkânı getirdik” diyerek savunuyor.
“Kürt sorunu” bugün hâlâ bir “terör sorunu.” Türkiye, bu kısırdöngüden bir türlü kurtulamadı. Hükümetin gerekçesi malum; PKK yüzünden çözemiyorum bu sorunu... Siyasal iktidarın PKK sorununu çözememesi anlaşılabilir ama Kürt sorununu çözememesi asla anlaşılır değil.
Hükümet Ortadoğu’daki değişimi anlamaktan bence çok uzak. Ankara sadece 2014’e kilitlenmiş durumda. İç iktidar hesapları yüzünden Suriye’de yaşanan gelişmeler de gözden kaçırılıyor. Saddam’ın devrilmesinin ardından Iraklı Kürtler, özerk bir devlet inşa ettiler kendilerine; Esed’in sarsılmasıyla birlikte Suriyeli Kürtler de yaşadıkları şehirlerdeki yönetimi üstlenmeye başladı. Bunun ardından yaşanacakları tahmin etmek zor değil; onlar da Irak’ta olduğu gibi kendi özerk bölgelerini kuracaklar.
PKK, Ortadoğu’daki değişimin farkında ama Ankara bu gelişmelerin pek farkında görünmüyor. Biraz daha geç kalınırsa Kürt sorunuyla İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Devlet Bakanı Beşir Atalay değil, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ilgilenmek zorunda kalacak.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap