- 6.04.2012 00:00
İlk duyduğumda doğrusu çok şaşırmıştım, örgütün liderlerinden Murat Karayılan KCK modelini bir ütopya olarak nitelemişti. Sonradan Kürt siyasetçilerin de diline dolandı bu sözler, “KCK henüz gerçekleşmemiş bir model, hayal” diye...
Beni şaşırtan kısmı Kürtler adına yola çıkanların Kürtler için en kötü hayalleri kurmuş olmaları.Kürtler için hayal edilen toplumsal ve siyasal model bu mu olmalıydı? Bu KCK modeli bir ütopya mı? Masalsı bir coğrafyada, sınırsız büyüklükteki dağlarda yaşayan Kürtler için KCK modeli yeterince sınırlı bir hayal değil mi?
Hatta “sınırlı” bile değil, daha geri; KCK, yanı başımızdaki Saddam, Mübarek, Esed, Kaddafi ve daha nice irili ufaklı Doğu despotunun silah zoruyla korumaya çalıştıkları köhnemiş bir diktatörlük düzeninin çok ucuz bir kopyası.
KCK operasyonlarına gelince. Şehirlerdeki KCK zorbalığına son vermesi bakımından gerekliydi. Ama sivil siyaseti vurmaya başladı. Hatta bu operasyonlar “düşünceye” yöneldi.
Bunda iktidarın siyasi hesapları kadar KCK’yı anlamakta ve tanımlamakta zorlanan savcıların kafa karışıklığı da etkili oldu.
Aklı başında bir savcıya devredilen bir KCK dosyası, o savcıyı bir paranoyağa dönüştürmeye yetiyor.
Şöyle ki; PKK silahlı Kürt isyanının başını çekiyor. Ancak olay bu kadarla sınırlı değil; PKK aynı zamanda sosyal ve siyasal bir kimlik. Güneydoğu’da ve Kürtlerin önemli bir bölümüyle günlük hayatı paylaşıyor. İnsan ilişkilerine nüfuz ediyor. Onbinlerce PKK’lının öldüğünden bahsediyoruz, milyonlarca Kürt’ün köyünden zorla, evleri başlarına yıkılarak göçertildiğini söylüyoruz. Binlerce insanın da sadece bu siyasal meseleden dolayı hapiste olduğunu da unutmayalım. Yıllar içinde bölgede devlet zorbalığına karşı isyan eden bir ortak kimlik oluştu. Bir dayanışma ağı meydana geldi. Ve PKK da bu ortak kimliğin çekirdeğini oluşturuyor.
Bu KCK zorbalığına göz yumulacağı anlamına gelmiyor. Devlet otoritesi yetmiyormuş gibi bir de hiçbir hukuka bağlı olmayan ikinci bir otoriteye daha müsaade edilemez.
Fakat bu KCK operasyonları da ülkeyi başka bir çıkmaza sürüklüyor. “KCK bağlantısı” üzerinden başlatılan bir operasyon, Güneydoğu’nun yarısını hapse göndermek zorunda kalacaktır, nitekim az çok olan da budur. Çünkü KCK bir yönüyle de sosyal ağdır; yani annedir, babadır, kardeştir, hısımdır, akrabadır, arkadaş ve onun arkadaşlarıdır... Hatta Ragıp Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı örneğinde olduğu gibi sadece selam verenlerdir... Savcı “KCK bağlantısı” kurmak isterse hiç zorlanmayacaktır. Hatta 50’sinden sonra sosyalleşme hevesine kapılan ev kadınlarını, “çok girişken” olmalarından şüphelenerek, örgüt üyesi diye tutuklatabilir. Kısaca bu sosyal/siyasal ağ zinciri takip edilirse BDP’nin üç milyona yakın seçmeni –çocukları da ayrı tutuyorum– hapse gönderilir.
O halde bu işte bir yanlışlık olmalı. Savcılar ellerindeki yasa kitapçığına bakıp “gereğini yapması” için gözaltına aldırdığı kişileri mahkemeye yolluyor. Hâkim, elindeki kitapçığa bakıp karşısına çıkarılanı hapse yolluyor. Ve bunun bir sonu yok... Bazı KCK şüphelileri hakkındaki suçlamalar doğrudan somut deliller yerine savcının soyutlama ve çıkarımlarına dayanıyor. Mesela tutuklu sanıklardan Avukat Gönül Erdem’e suçlama yöneltilirken yürütülen mantık bence bir felaket. İddianamenin 598. sayfasında şüphelinin evinde ele geçirilen ajanda, Kürtçe öğrenme kitabı, birtakım başka notlar sıralandıktan sonra şu sonuca ulaşılıyor:
“12-17 arası numaralandırılan el yazısı dokümanların yapılan incelemesinde;
Kürtçe şiir, Kürtçe tekil-çoğul kelimelerin zamir ve cümle içerisinde kullanılarak öğrenme amacıyla yazıldığı (...) şüphelinin mevcut durumuyla yetinmeyip örgüte daha faydalı olabilmek için Kürtçe dilini öğrenme gayreti içerisinde olduğu, yukarıdaki deliller nazara alındığında şüphelinin Kürtçe öğrenmesinin yalnızca dil öğrenme merakıyla izah edilemeyeceği anlaşılmıştır.”
Savcının burada yaptığı açıkçası delil yokluğunda aklı fazla zorlayarak tutuklama gerekçesi üretmektir.
Buna benzer daha kaç vaka var, bilmek gerçekten zor. Ama iddianameye şöyle bir göz atıldığında sayılarının hiç de az olmadığı hemen anlaşılıyor. Adalet Bakanlığı’na ve hükümete düşen bu tutuklama furyasının önüne geçecek yasal değişiklikleri hızla Meclis sevk etmektir. Yoksa Meclis’te müzakere edecek tek bir BDP’li kalmayabilir...
‘KCK Anayasası’nı PKK’nın askerleri hazırlamış
Türkiye, 32 yıl sonra nihayet 12 Eylül 1980 darbesinin hayatta kalan generallerini yargılamaya başladı. Evet, yargılama başladı ama hâlâ askerlerin yaptığı anayasa ile yönetiliyoruz. Yıllardır bu anayasa yüzünden ülkemiz açık bir hapishane gibiydi. Şimdi pek umut vermese de yeni bir anayasanın hazırlık çalışmaları yürütülüyor. Bir türlü kurtulamadığımız bu anayasal düzene Kürtler adına isyan eden PKK da generallere öykünmüş olmalı ki, anayasa niteliği taşıyan KCK sözleşmesini örgütün askerî kanadının en tepesindeki isim olan Duran Kalkan’a hazırlatmış. Bu sözleşmeye dair genel hatlarıyla bir şeyler söylemek gerekirse, tek kelimeyle Ortadoğu’daki Baasçı diktatörlüklerin bir kopyası ve 12 Eylül’ün darbeci generallerinin gerisinde bir zihniyeti temsil ediyor.
“KCK şüphelisi” Avukat İrfan Dündar’ın ifadelerinde bu konu, iddianamede şöyle yer almış: “KCK sözleşmesi bir anayasa niteliği taşır, Abdullah Öcalan’ın savunmalarından derlenen Özgürlüğün Sosyolojisi kitabından yararlanılarak Duran Kalkan’ın başında olduğu bir komisyon tarafından yazılarak örgüt içerisinde kabul edildi. Duran Kalkan tüzük yönetmelik ile ilgili yapılan çalışmaların başında yer alan şahıstır. Duran Kalkan, Halk Savunma Komitesi’nin başında kırsal alanda faaliyet yürütmektedir. Ayrıca Kürdistan’da Zorun Rolü isimli ideolojik kitabın yazarıdır.
Yorum Yap