- 30.03.2012 00:00
Büyük toplumsal-siyasal sorunların çözümü kolay değil, bu doğru. Hele Osmanlı’dan günümüze kadar gelen Kürt sorunu için bu daha çok geçerli. Yakın tarihte pek çok hükümet Kürt sorununu çözmeye niyetlendi, ancak kısa sürede de pes etmek zorunda kaldı. Turgut Özal’ın arkasındaki toplumsal destek azımsanmayacak kadar çoktu. Bugünkü AKP hükümeti için de böyle. Hükümet, hâlâ bu meselenin üstesinden gelemedi.
Demek ki hükümetlerin arkasındaki toplumsal destek ne kadar fazla olursa olsun, bu, tek başına Kürt sorununu çözmeye yetmiyor. Hayatla örtüşmeyen adımlar, doğru olmayan politikalar başarısızlıkla sonuçlanıyor. Tarihin de kendine has bir çözüm mantığı var, hükümetleri ona zorluyor.
Önce PKK’yla görüşmeler başlatıldı, bu olmayınca İmralı’da Öcalan ile masaya oturuldu. Kürtlerin seçilmiş temsilcileri ise devre dışı tutuldu. Veya çok önemsiz roller atfedilerek geri plana atıldı. Burada amaç kuşkusuz PKK/Kürt meselesini halledebilmekti. Ama olmadı. Demokratik zemin dışında aranan çözümler, netice vermedi. Fakat bu arayışlar çözüm yönteminin olgunlaşmasını sağladı. Gelinen aşamada çözümün esas olarak demokratik zeminde aranması gerektiği ve muhatabının da halk tarafından seçilmiş temsilciler olduğu gerçeği net olarak ortaya çıktı.
Aslında ilk olarak seçilmesi ve izlenmesi gereken yol da buydu, yani Kürt sorunu BDP’yle müzakere edilmeliydi, silahların devreden çıkarılması ise örgütle veya İmralı’yla konuşulmalıydı.
Politikacılar kolay yolu seçmeyi tercih edince BDP atlanarak doğrudan PKK veya İmralı’yla sorun halledilmeye çalışıldı. Ancak işlerin böyle yürümeyeceği kısa sürede ortaya çıktı. Öcalan ile kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların neticesini Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildi, kamuoyu tepkileri bunu yeterince ortaya koydu. İmralı’daki görüşmeler üzerinden Güneydoğu’nun PKK’nın siyasi egemenliğine bırakılmasına uzanan bir “barış” sürecine sadece Türkler değil, PKK/BDP çizgisine şiddetle karşı olan büyük bir Kürt nüfusu da karşı.
PKK’yla yapılan görüşmelerde örgütün silahla başaramadığını masada elde etmesini Türkiye’nin büyük bir çoğunluğu kabul edebilir miydi? Nitekim internete sızan Oslo görüşmeleri ile KCK operasyonlarında elde edilen ve “protokol” olarak bilinen belgeler büyük tepki uyandırdı.
Kürt sorunu gibi ortak bir meseleyi kamuoyundan gizleyerek, kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla çözmeye çalışmak doğru bir yöntem değildi. Ve bu yüzden de zaten bugüne kadarki çabalar sonuç vermedi.
BDP’yi de sanıldığı gibi aslında muhataplıktan dışlayan sadece İmralı ve Kandil değildi, devlet de önünde BDP seçeneği durmasına rağmen, bunu atladı. Hükümet Kürt sorununu çözmeye niyet ettiğinde, 2009’da örgüt BDP’nin muhataplığına rıza göstermişti. Milliyet ’ten Hasan Cemal’in 5 Mayıs 2009’daki Karayılan röportajında, bu net olarak anlaşılıyor. Karayılan, kendilerinin dışlanmaması kaydıyla asıl muhatabın dönemin DTP’si olduğunu söylüyor: “İlk adımda silahlar susacak... Sonra diyalog başlayacak... Diyalog yeri İmralı’dır... Kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz... Bizi de kabul etmiyorsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir, (burada DTP’nin adını zikretmiyor, ama ben belirtince başıyla onaylıyor, -HC)... Bu da olmuyorsa, o zaman ortak bir komisyon kurulur bir yerde, âkil adamlar biraraya gelir. Örneğin İlter Türkmen, (eski Dışişleri Bakanı ve Büyükelçi) gibi, sizin gibi insanlar toplanır, böyle bir mekanizma harekete geçer, çalışmaya başlar... Böyle bir mekanizma muhatap alınır diyalog için devlet tarafından...”
Şunu vurgulamak istiyorum; Kürt hareketi başlangıçta BDP’nin muhataplığını gerçekçi ve akla yatkın bir öneri olarak görüyor ve devlete bunu işaret ediyor. Peki devlet neden bu seçeneği atlama gereği duydu? BDP yerine İmralı ve Kandil’i muhatap olarak seçti?Burada BDP’nin siyasi iradesinin olmadığı ve Kandil’den habersiz hareket edemeyeceği tezi ileri sürülecektir. Ancak gerçekler pek böyle değil; BDP seçeneği önünde dururken devlet PKK ve sonra da İmralı’yı tercih etmiş, BDP de zaten bu süreçten sonra pozisyon alarak söylemini değiştirmiştir. BDP İmralı ve Kandil’e ters düşmemek için sık sık “Muhatap İmralı ve Kandil’dir” söylemini tekrarlamıştır.
Tabii burada MİT faktörü etkili olmuşa benziyor. İmralı’da Öcalan ile görüşmeye oturan MİT, Kürt hareketini de tek bir çatı altında tutmak istemiştir. Sonuçta İmralı ve Kandil bir defa muhataplık konusunun merkezine yerleşti ve oradan geri adım atmak istemiyor. Ancak bugün sağduyu Kürt meselesinde öncelikli muhatabın seçilmiş Kürt temsilciler olduğuna işaret ediyor. Artık ne hükümet ne de PKK buna çok fazla karşı çıkabilir. Toplumun ortak kanaati bu yönde. Bu İmralı ve Kandil’in müzakere süreçlerinden dışlanması anlamına gelmemeli. Gazetelere yansıyan haberlere göreBDP, bu yeni role sıcak bakıyor. Ancak İmralı ve Kandil ile görüşme imkânlarının yaratılmasını da talep ediyorlar. Bence haklılar, denemeden, sonuçlarını görmeden BDP’lilere karşı çıkmak anlamsız.
Yorum Yap