- 27.03.2012 00:00
15 kadın gerilla.
Güvenlik güçlerinin ani bir baskınıyla sığınaklarında yok edildi.
Onlar öldüklerini bilmiyorlar.
Geride kalanlar, bizler biliyoruz.
Bu genç kadınları ölüme gönderenler ile onları acımasızca katledenler de gerçeğin farkında.
30 yıllık Kürt çatışması tarihinde ilk defa tamamı kadınlardan oluşan bir grup böyle toplu halde öldürüldü.
Bundan önce Cudi’de ve Çukurca’nın Kazan vadisindeki operasyonlarda ölen PKK’lılar arasındaki kadın militan sayısı dikkati çekmişti.
Ancak Bitlis’in Hizan ilçesi Sehi ormanlarında tamamı kadınlardan oluşan grubun imhası, büyük bir trajediye sürüklendiğimizi sanki önceden haber veriyor.
İşin trajedi boyutunu yaklaşan felaketin önüne bir türlü geçilememesi oluşturuyor.
Kader gibi; kaçılamıyor ölümden.
Türkiye’nin Kürt sorunu böyle bir ölüm açmazına dönüşmüş durumda.
Devlet, silahlanıp dağa çıkan vatandaşlarını öldürmekten gayrı çare üretemiyor.
Kürt hareketi ise genç kız ve erkeklerini ölüme yolculamaktan başka bir yol bilmiyor.
Devlet haklı.
Kürtler de haklı.
30 yıldır süregelen katliam zaten bu “haklılık”tan ileri geliyor.
Ama sorun şu ki bu “haklılık” sadece ölüme cevaz veriyor, yaşamaya ve yaşatmaya değil.
Kadersizliğin böylesi ancak eski çağlara özgü sanılır ama değil işte.
Yöneticilerin yarı-tanrı sayıldığı dönemlerde genç erkek ve kadınlar böyle rahat rahat ölmeye, öldürmeye gönderilirdi. Katılığın, zalimliğin böylesini tarih kitaplarında çok okuduk.
Ama bu çağda hangi devlet yöneticisi, hangi isyan örgütü, kendi evlatlarını bu kadar “haklı” öldürme “hakkı”na sahip olabilir?
Yaşamayı önermeyen hangi buyruk, emir, görev “kutsal” kabul edilebilir.
Devlet öldürme yetkisini elinde tuttuğu için, isyancıları bu kadar öldürme meşruiyetine sahip olamaz, olmamalı.
Kürtler de isyan ettiler diye kendi evlatlarını ilelebet ölüme gönderme hakkına sahip değiller ve olamazlar.
Dünya değişti.
Ortadoğu değişiyor.
Bu ülke eski Türkiye değil.
Kimse insan aklının bu ölümlere çare bulamadığını öne süremez.
Sorun yöneticilerde ve yöneticileri sorgulamaya dahi yanaşamayan insanlarda.
Hükümet, zorluğu ve gerekçesi ne olursa olsun kolayı seçti; yani ölmeyi ve öldürmeyi.
Diyalogu, müzakereyi ve hoşgörüyü bir tarafa itti.
Böyle olunca elinin altında onlarca hazır bahane de buldu.
Bu “haklı” gerekçeler arttıkça öldürme “hakkı” da çoğaldı.
Kürt hareketi de öyle.
Gençleri asker ve polis öldürmeye koşulladı.
Hangi ezilmişlik, haksızlık veya hangi haklılık iddiası PKK’ya -asker-polis fark etmez- insan katletme hakkı verebilir?
Ya da hangi topluluğun genç kızlarını böyle bile bile ölüme gönderme hakkı olabilir.
Bir iktidar genç kadınlarını bu kadar acımasızca ve rahat katletmeye başlarsa, “demokratik meşruiyetini” kaybeder. Bu durumda geriye sadece katı-çıplak bir “devlet” kalır, demokratik özelliklerini kaybeden, insani niteliklerinden arınmış bir şiddet mekanizması olarak.
Genç kadınların ölümü Ankara’daki hükümeti ancak “güçlü” yapabilir, “sarsılmaz” gösterir; ama bu özellikler hükümeti adil ve demokrat yapmaz.
PKK isyanı, Kürt siyaseti veya Kürt hareketi, adı her neyse, genç kızları ölüme bu kadar rahat nasıl sürebilir?
Kürt gençleri neyin kurbanı oluyor böyle?
Hangi dava, Kürt davası mı o 15 genç kadının yaşamından daha değerli?
15 gerilla kadının yaşaması için bence bütün bir örgütü çöpe atmaya değer.
Kürt sorunu maalesef kanlı bir bahar yaşıyor. Hayata, yaşamaya dair muştuladığı bir şey yok. Yeni Kürt stratejisi bu kanlı baharın bir parçası. 30 yıldır süren çatışma ve ölümleri çoğaltacak. Türkiye’nin en temel ve en büyük meselesi olarak kabul edilen Kürt sorununun çözümü adına bu yeni Kürt stratejisinde bir şey yok. Bu tutum sadece PKK’ya yarayacak. Sivil siyasi alanın daralmasına, BDP’nin dizginlerinin Kandil’e bağlanmasına neden olacak. Hükümet, bunda bir sakınca duymuyor. Dert etmiyor. Yoksa bir devlet bakanı, görüştüğü BDP liderine, “Güvenlik politikalarımız sonuç veriyor, yola böyle devam edeceğiz” deme gafletinde bulunmazdı.
Kürt hareketi, Kürt siyasetçiler bu genç ölümlerin önüne geçmek zorunda. Bunun için Kürt siyasetçilerin “Devlete hâkim olan AKP, yüzde 50 iktidar gücüne sahip ve bu yüzden de barışı o sağlamalı” tekerlemesini bir tarafa bırakması gerekiyor. Bu çağda, bu zamanda PKK’ya silahlı mücadeleden vazgeçme -özellikle ateşkes demiyorum, silah bırakma- çağrısı yapmadan devlete, iktidara, hükümete “barış” çağrısında bulunmak, böyle bir beklenti içine girmek ne “hak”tır, ne “doğru”dur ve ne de samimidir.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap