- 6.03.2012 00:00
Türk siyaseti 15. yılında 28 Şubat müdahalesini tartışırken Kürt siyasetinin gündemi bambaşkaydı. Bu tartışmalara neredeyse hiç girmediler. Kendi özel gündemleriyle sınırlı kaldılar. BDP’li tutuklu vekillerin başlattığı, diğer vekil ve belediye başkanlarının da destek verdiği açlık grevi ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 21 Mart Newroz hazırlıkları, Kürt hareketinin enerjisini verdiği temel konular oldu.
Ancak yine de bu meşguliyetler, Kürt siyasetinin 28 Şubat tartışmalarının dışında kalmasını pek haklı çıkarmıyor. Kürt siyasetçiler 28 Şubat’ı kendilerinin dışında cereyan eden bir kavga olarak görüyorlar. Değerlendirmeleri şöyle: “28 Şubat asker ile İslamcılar arasındaki bir kavga, bu, iki taraf arasındaki iktidar savaşı ve biz bunun tarafı değiliz.”
Bürokrasi ve devlet aygıtını tartışıyorsak kuşkusuz “iktidar savaşının” varlığı yadsınamaz. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi bu “iktidar savaşı”ndan bağımsız bir etkinlik değildir.Demokratikleşme süreci toplumdaki değişik çıkar gruplarının sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik beklentilerinin karşılanmasını da içerir. “iktidar savaşı” denilerek, Türkiye’ye sırtını dönmek, Kürt siyaseti için doğru bir tutum değil.
Türk siyaseti kadar demokratik Kürt hareketi de 28 Şubat’la hesaplaşmak zorunda. Zira 28 Şubat, sadece toplumun mütedeyyin kesimlerini hedef alan bir darbe değildi, toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir harekâttı. Ülkenin, vesayet rejimine göre topyekûn reorganizasyonunu öngörüyordu. Adına “post-modern darbe” denen bu darbe süreci hazırlanırken Kürtlerin silahlı ve demokratik muhalefeti de gözardı edilmemiş, “kuvvetler hesabı” içinde Kürtler de ayrı bir “unsur” olarak oyuna dahil edilmişti.
Kürt siyasetçilerin 28 Şubat’ın “dışında” olduklarını düşünmeleri bu açıdan çok yanlış. Kürt siyasetçiler arasında “olağan” görünen bu düşünce biçimi, Kürt hareketinin 28 Şubat’ı planlayıp harekete geçirenler tarafından “tarafsız” bir pozisyona itildikleri gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Generaller 28 Şubat’ta en önemli hamleyi, Kürt sorunu üzerinden yaptı. Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde radikal bir değişiklikle iç tehdit sıralaması değiştirildi; listenin birinci sırasında olan PKK -binlerce silahlı üyesiyle gerilla savaşı veren, Kürtler arasında taban bulan, Batı’da ve Türkiye‘de destekçisi olan bir örgüt- öncelikli tehdit olmaktan çıkarıldı, yerine hayali bir tehdit olarak “irtica” konuldu. Asker, demokratik Kürt muhalefetini PKK üzerinden 28 Şubat’a eklemlemeye çalıştı. Bunu ne kadar başarabildikleri elbette tartışılır ama, bu durum bile, Kürt hareketinin kendi siyasal pozisyonunu 28 Şubat’ın “dışında” bir yerde tarif edemeyeceğini gösteriyor.
Kürt hareketinin kendisini 28 Şubat sürecinin “dışında” ve “tarafsız” bir yerde görüyor olması eski bir “alışkanlık”tan kaynaklanıyor olabilir. İslamcılar ile asker ve laik elitler arasında 28 Şubat’ta darbeye dönüşen iktidar savaşının değişen koşullarda devam ettiğini düşünüyorlar. Ki konuştuğum pek çok Kürt siyasetçi de aşağı yukarı bunları söylüyor. Ancak bu bakış açısı gerçeğin çok sınırlı bir yanını gösteriyor. Resmin bütününü görmemizi engelliyor. “Tarafsızlık” hali, 28 Şubat generallerinin Kürt hareketini gerçekte görmek istediği yerdi ve orası pek de “tarafsız” bir yer sayılmaz.
Kürt siyasetinin bu koşullarda 28 Şubat’la hesaplaşması kolay değil. Baskı altındalar ve ayrıca silahlar hâlâ devrede. Silahlar sustuğunda, siyaset alanı çoğulcu bir kimlik kazandığında ancak geçmişle hesaplaşma yaşanabilir.
Ne var ki silahların devreden çıkması bir yana Kürt hareketinde şimdi de kanlı bir bahar beklentisi yaşanıyor. Kuşkusuz zayıf da olsa BDP lideri ve önde gelen bazı Kürt siyasetçiler silahların susmasını ve müzakerelere yeniden başlanılmasını öneriyorlar. Ancak silahlı muhalefetin başını çeken Kandil, Avrupa ve BDP içindeki önemli bir kesim önümüzdeki bahar aylarında “kanlı bir rövanş” peşinde koşuyor. Bu kanlı rövanş arzusunu ise örgütün üst üste verdiği kayıplar ateşledi. Gururu incinen ve biraz da itibar kaybı yaşayan örgüt, baharda kanlı saldırılarla rövanşı alıp sarsılan otoritesini yeniden kurmayı umuyor. Kandil’i etkisi altına alan bu ölümcül duygusallığın, örgütü daha büyük kayıplara ve yıkıma sürükleyeceği muhakkak. Demokratik Kürt muhalefetinin normalde bu gerçeği görüp, önüne geçmesi beklenir. Fakat sağduyudan yoksun bazı önemli isimler, “baharda büyük savaş geliyor” diyerek, Kürtleri ajite etmeye çalışıyor. Yazık. Silah, daha fazla kan ve daha fazla gözyaşı demek. Bu vahşetin kazananı yok. Dileğim Kürt baharına kan bulaşmaması.
Yorum Yap