- 15.11.2011 00:00
Lale Kemal dünkü Taraf ’ta Ankara’nın PKK’ya karşı izleyeceği yol haritasını yazdı. 27 ekimdeki MGK toplantısında çizilen bu yol haritası uyarınca Türkiye, 1998’de Suriye’ye karşı uyguladığı taktiğin aynısını Erbil ve Bağdat nezdinde uygulamak için düğmeye basmış durumda. Barzani görüşmesinde ise Erdoğan, Kürt lidere bunun ilk mesajını verdi: PKK’nın faaliyetlerine siz son verdirin, ya da biz son verdirelim. Eğer PKK silahlı eylemlerini sürdürürse sen de zarar görürsün. Ortalık yangın yerine dönse de biz askerî operasyonları sürdüreceğiz.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dün Meclis Plan Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşma da bu haberi teyit eder nitelikte. Ahmet Davutoğlu, Erbil’deki Kürt yönetimi ve Bağdat’taki merkezî hükümetle PKK’nın tasfiyesi için temasların yoğunlaştırıldığını, ABD’nin Kuzey Irak’tan çekilme sürecinde ise bir boşluğun oluşmasına kesinlikle izin verilmeyeceğini açıkladı.
PKK’nın Kuzey Irak’taki etkinliğinin zayıflatılması kuşkusuz bugüne kadar Ankara’nın hep gündemindeydi. ABD-Irak- Türkiye arasında kurulan üçlü mekanizma da zaten bunu öngörüyordu. Ancak Silvan ve Çukurca saldırılarının Ankara’yı örgüte karşı daha sonuç alıcı ve kesin tedbirler almaya yönelttiği görünüyor. Ankara, 1998’de Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve sonrasında PKK liderinin Türkiye’ye teslim edilmesiyle sonuçlanan sürecin bir benzerini, bu kez PKK’nın Kandil’deki varlığının tasfiyesi veya en azından minimuma indirilmesi için başlatmış anlaşılan.
PKK’ya karşı 1998’de işletilen “Suriye taktiği”nin sonuç verdiği muhakkak. PKK, en büyük darbeyi 1998’de Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve Türkiye’ye teslim edilmesiyle yedi. Öcalan’ın İmralı’ya alınmasıyla örgüt, silahlı güçlerini sınır ötesine çekti ve beş yıl boyunca neredeyse tek silah patlamadı. Ankara’nın Şam nezdinde izlediği bu kararlı politika sonucunda Kürt meselesi nispeten barışçı bir ara döneme girdi. Sonrasında olanlar malum; Ankara PKK ve Kürt meselesinde elle tutulur bir adım atmadı, örgüt de beş yıl bekledikten sonra yeniden silaha sarıldı.
Ankara’nın 13 yıl aradan sonra Suriye’ye karşı işlettiği bu taktikle sonuç almayı umması aslında gayet anlaşılır. PKK saldırıları karşısında sabrı tükenen hükümet ve güvenlik bürokrasisinin elinde, zaten bundan başka da “sonuç alıcı” bir tecrübe (yakın tarihte) neredeyse yok. 1998’de Şam Yönetimi’ne uygulandığı gibi Kürt Yönetimi baskı altına alınacak, Barzani’nin otoritesi tartışmalı hale getirilecek, Kandil’deki örgüt liderleri ortadan kaldırılmaya çalışılacak, gerekirse “ortalık yangın yerine dönecek”, sonunda PKK ateşkese ve silahları tümden susturmaya zorlanacak.
Her halükârda Ankara’nın kararlılığını, sonuç alma arzusunu göstermesi bakımından bu taktiğin işe yarayabileceği düşünülebilir. PKK’nın Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki varlığı zayıflatılabilir. “Suriye taktiği”, örgütün ayaklarının yere basmasına ve daha gerçekçi hareket etmesine de yol açabilir. Örgütün son zamanlardaki saldırılarına ve eylem taktiklerine bakarak itibar kaybı yaşayacağını ve marjinalleştiğini de söyleyebiliriz. Ancak bu yeni yol haritasıyla 1998’de Öcalan’ın yakalanmasıyla elde edilenden daha büyük bir “zafer” kazanılması mümkün değil. (Ki bu ‘zafer’ de tartışılabilir. Öcalan Şam’da olduğundan daha fazla güçlü devlet ise Kürt özerkliğini tanıma noktasına gelmiş durumda.) Farz edelim ki Barzani veya İran örgütün Kandil’deki “1 numarası” olarak gösterilen Murat Karayılan’ı Türkiye’ye teslim etti, bunun Kürt meselesini çözmeye veya en azından PKK’nın umutlarını kaybederek silahları susturacağına veya silahları terke zorlayabileceğine mi inanıyoruz? PKK’yla mücadelede Öcalan’ı yakalamaktan daha öte bir “başarı” bence zaten yok. Bu meselede kelle alarak başarı kazanma dönemi de bitti. Zira bu kadar toplumsallaşmış bir meselede tarih “büyük başarılara” kapısını kapatmış durumda. İki taraf için de tarihin tanıyabileceği tek “büyük başarı” şansı sanırım barışı sağlamakla sınırlı.
Hükümetin veya Ankara’nın sertlik yanlısı bir politika izlemesine neden olan kuşkusuz PKK. Kürt siyaseti bunu duymaktan hoşlanmasa da bu son savaşı PKK başlattı. Bunun nedeni ise Kandil’in “demokratik çözüme” yanaşmaması ve yerine Güneydoğu’nun yönetimini talep etmesi. Bu durum hükümeti açmaza soktu ve askerî seçeneğe yöneltti. Ancak bilinmesi gereken, askerî seçeneği esas alan yol haritasının sonuç vermeyeceği. Aksine bu, sorunun daha fazla büyümesine neden olur. Yapılması gereken, bahsi geçen yol haritasına makul bir barış planı da eklemektir.
kurtulustayiz@gmail.com
Yorum Yap