- 1.02.2016 00:00
Soğuk savaşın ardından kapitalist Batı’nın kullanışlı yeni silahı “terör” oldu. Çift kutuplu dünyadan zaten aşina oldukları bu silahı yeni döneme uyarladılar. Sovyetler’in çökmesinin ardından çatışma merkezini İslam coğrafyasına kaydıran Batı, birbirinin kutbu terör örgütleri yaratarak kendisine “müdahale” ve “yönetme” hakkı yarattı.
Dünyada devletlerden bağımsız terör örgütü yoktur. Terör örgütlerinin çoğu da dünyanın en büyük devletlerinin, daha doğrusu dünyaya istikamet çizen sermaye sahiplerinin kontrolü, etkisi veya yönlendirmesi altındadır. Terörist sadece bir kukladır; dikkat edilmesi gereken daha çok teröristi harekete geçiren güç, yani kuklacıdır.
Küçük devletlerin küçük örgütleri, büyük devletlerin büyük örgütleri vardır. Türkiye gibi yeni yeni ayağa kalkmaya çalışan bir ülkenin DAEŞ gibi “devlet” özelliği taşıyan bir örgütün patronu yahut yönlendiricisi olduğunu düşünmek ve bunu yaymak; DAEŞ’in patronlarını gizlemeye dönük bir hamledir.
PKK için de durum farklı değil; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de devletler düzeyinde kabul gören bir terör örgütünün sahipliğini büyük devletler yapıyor, küçükleri değil.
Ne Suriye, ne İran, ne Irak PKK’nın sahibi olabilir. Batı, PKK çapında bir terör örgütünü, Ortadoğu’nun küçük devletleriyle “eşit” hale getirerek bir tür üstünlük gösterisi yapmaktadır. Yine bu sebeptendir ki PKK, PKK’dan daha fazlasıdır.
PKK’yı Türkiye’nin muhatabı kılmaya çalışan Batı aklı, Osmanlı’nın emperyalistlerce paylaşılmasından sonra milletin canla başla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni; kurdukları, destekleyerek büyüttükleri bir terör örgütünün muadili kılmaya çalışıyor.
Türkiye Cumhuriyeti devletiyle PKK’nın –tavsiye ettikleri üzere- müzakerelerde birbirinden ne alıp vereceğinden bağımsız olarak; Batı için zafer aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni bir terör örgütüyle eşit hale getirmektir.
7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde başlayan, günümüze kadar uzanan ve ülkemize büyük acılar yaşatan PKK ve DEAŞ terörünün arkasında Batı’nın en üst düzeydeki sermaye sahiplerinin bu coğrafya ve doğrudan Türkiye ile hesapları yatmakta.
Sırasıyla bir PKK, bir DEAŞ saldırılarıyla sersemletmeye çalıştıkları Ankara’yı bir yandan tuzağa çekmeye çalışıp, bir yandan beklentilerine karşılık almaya zorlamaktalar.
Atatürk Havalimanı’ndaki DEAŞ katliamının ardından Türkiye’yi yalnız bırakmayan ülkeler, çok geçmeden gösterdikleri dayanışmanın karşılığını talep edecekler. Türkiye’nin Suriye’ye karadan girmesini mi yoksa İran’a savaş açmasını mı isteyecekler? Henüz net olarak ortaya çıkmamış olsa da Batı’nın acıları paylaşma yönteminin bile fazlasıyla talepkâr ve salt çıkarlarını gözeten bir özellik taşıdığı akıldan çıkarılmamalıdır.
DAEŞ’in, terörü “Türkiye geneline yaymayı hedeflediğini” açıklayan Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü John Brennan, herhalde Türkiye’nin mevcut yöntemlerle bu tehlikeyle başa çıkamayacağına ve yapması gereken “başka şeyler” olduğuna işaret etmekte. Bunların ne olduğunu şüphesiz yakın günlerde doğrudan Türk muhataplarına da ileteceklerdir.
Devlet son beş yılda edindiği tecrübeyle dostu-düşmanı; Batıyı, komşu devletleri, terör örgütlerini, kısacası dünyayı daha iyi tanıma imkanı buldu; artık Ankara devletler arası oyunlara kanmayacak, tuzaklara düşmeyecek kadar akıllı, olgun ve özgüvenli.
Yorum Yap