- 29.10.2014 00:00
Günlerdir çözüm sürecinde yaşanan sorunları tartışıyor ve bu kritik kavşağa nasıl geldiğimizi sorguluyoruz.
Hükümetin Kürt hareketine verdiği sözleri tutmaması nedeniyle mi? Türkiye'nin Kobani'ye kayıtsızlığı mı? 6-7 Ekim olaylarında 40 insanın hayatının yitmesi mi? Yoksa çarşı iznine çıkan üç askerin alçakça öldürülmesi mi? Bunlardan hangisi çözüm sürecini açmaza soktu?
Hiçbiri çözüm sürecinde karşı karşıya olduğumuz sorunun asıl nedeni gibi gelmiyor bana. Sorun, oyuna dışarıdan başka büyük güçlerin dahil olmasından kaynaklanıyor. Çözüm sürecini kendi içinde kotarmaya çalışan Türkiye'ye karşı dünya açık-örtülü müdahalede gecikmedi. Kürt sorunu demek, Ortadoğu demek. İmralı üzerinden bütün Ortadoğu'nun anahtarını eline alan Erdoğan'a bu fırsatı tanımayacaklarını kısa sürede, peş peşe gelen darbe denemeleriyle gösterdiler.
ABD ve İran, IŞİD faktörü üzerinden Kandil ve PYD'den yana ağırlık koyarak, Erdoğan ve Öcalan'ı dengelemeyi başardı. ABD'nin iki yıldır PYD ile -dolayısıyla Kandil ile- görüştüğünün ortaya çıkması, PYD'ye silah yardımı yapması, İran'ın Kandil ile ilişkileri üst düzeye çıkarması çözüm sürecinin başlamasını sağlayan dengenin bozulmasını getirdi.
Bugün cereyan eden olayları tek tek ele alıp yorumlamaya kalktığımız için bu gerçeği ıskalıyoruz.
Çözüm sürecini, Abdullah Öcalan'ın Erdoğan'a gönderdiği bir mektubun başlattığını burada hatırlatmanın yararı var. Öcalan, o mektubunda "Ortadoğu'daki güç mücadelesinin hedefinde Erdoğan ve kendisinin olduğunu" belirtiyordu. Paris suikastı, Gezi ayaklanması, 17-25 Aralık darbesi ve son olarak Kobani provokasyonu, Ortadoğu'daki büyük güç mücadelesinin bir yansıması sadece. Hedefte ise sürecin aktörlerinin ortaya koyduğu 'çözüm vizyonu' var.
Çözüm sürecinin başladığı günden beri neredeyse gün gün, hafta hafta, ay ay bu iki aktörü hedef alan büyük bir sürek avı yürütülüyor. Bu sürek avı, son iki yılda ulusalcıların ayaklanması, Alevi-Sünni savaşı, Yargı darbesi ve Kürt mahallesinin karışması biçiminde tezahür etti. Değişik cephelerden doğduğu, çeşitli şekillere büründüğü görülse de aslında bu enerji, çözüm sürecini şekillendiren özneyi etkisiz kılmaya programlı ve onu bertaraf etmek istiyor.
Kobani rüzgarı, güçlü bir darbe rüzgarıydı. Kobani üzerinden Türkiye'ye taşırılmak istenen darbeyi hem hükümet hem de İmralı gördü. Irak ve Suriye'de biriktirilen kaos, çatışma ve yangını Kobani rüzgarıyla Türkiye'nin içine taşıdılar. Ankara, bu rüzgarın yaratacağı siyasi sonuçları görerek tedbir almaya çalıştı; Kobani konusunda hükümeti sıkıştıran PKK-PYD-HDP üçlüsünü boşa düşürdü; bunu hem kamuoyuna hem dünyaya gösterdi.
İmralı ise devreye girerek Suriye sınırında "gösteriler" biçiminde başlatılan, gittikçe Güneydoğu'nun kalbine, Diyarbakır'a yayılan kaos ve çatışmaya set çekmeye çalıştı. Ankara'nın 'Kobani Tsunamisi'ni, İmralı ile birlikte durdurduğu görüldüğü sırada, infial yaratacak daha büyük provokatif bir eylem geldi. Yüksekova'da çarşı iznine çıkan üç asker sokak ortasında öldürüldü. Bu eylemle, Ankara ve İmralı arasında Kobani olaylarına rağmen bozulmayan ve süren uzlaşmaya, ortak akla büyük bir darbe daha indirilmek istendi.
ABD, İran ve başka devletlerin de desteğini kazanan Kandil'in, bu eylemlerle çözüm sürecinde ağırlığı kendisinden yana değiştirmek istediği ortada. Çözüm sürecinin Ankara-İmralı arasında sağlanan mutabakata göre yürümesini istemiyorlar. Amerikan desteğini alan, Ortadoğu'da silahlı-siyasi büyük bir merkeze dönüşen Kandil, masaya yeni koşullarda, daha fazla taviz verileceği sözünü alarak oturmak niyetinde! Öcalan'ın da kendisine "ayak uydurması"nı bekliyor.
Ne var ki oyun daha üst bir akıl tarafından kurulduğu için yarın başlarına nelerin geleceğini de kestiremiyorlar. Kürtleri nasıl bir maceraya sürüklediklerinin farkında bile değiller. Oysa Kürt hareketinin aklını başından alan milliyetçi coşkuyu ABD kontrol ediyor. Bunu anlayacak ve onunla baş edecek aklı da -yani İmralı'yı- hükümet değil, Kandil devre dışı bırakmak üzere. ABD, büyük olayları yaratma ve onlara yön verme gücüne sahip olduğu için burada özne konumunda, Kandil ise sadece kendisini özne sanmakta.
Büyük hararetle İmralı ve Kandil arasında herhangi bir görüş ayrılığı veya sorun olmadığını savunan kesimler, Kandil'in arkasındaki işte bu gücü ve ne yapmak istediğini gözlerden gizlemeye çalışıyor. "Erdoğan, İmralı ile Kandil arasında görüş farkı olduğunu öne sürerek böl-yönet taktiği uyguluyor" diyen Cengiz Çandar'ın, Kobani olaylarının ardından (geçen pazar kaleme aldığı yazıda), hükümete "PKK lideri ile birlikte 'çözüm sürecini', tüm Kürtleri aldatmadan nasıl 'barış' yolunda ilerletirsiniz' diye sorması ibretliktir. Öcalan'ı, hükümet ile birlikte Kürtleri 'çözüm süreci' adı altında kandırmaya çalışmakla suçlayıp, ardından "İmralı ile Kandil arasında herhangi bir ayrılığın söz konusu olmadığını" söylemek büyük bir sahtekârlık değilse nedir? Köprüyü geçene kadar (Siz bunu 'Öcalan bertaraf edilene kadar' biçiminde okuyun) Kandil'i korumaya almak, darbeyi gizlemek değil midir? 17-25 Aralık'ta nasıl ki Yargı darbesini görmezden geldiler, paralel devletin varlığını "safsata, yok öyle bir şey" diye geçiştirdilerse, şimdi de ABD'nin arkaladığı Kandil'in çözüm sürecine indirdiği darbeyi gizlemeye çalışıyorlar.
Çözüm sürecinin bundan sonraki gidişatını, Ankara-İmralı hattı ile ABD-İran-Kandil hattı arasındaki mücadele belirleyecek. Çözüm süreci "milli" bir proje olsa da ortaya konulacak akıl bölgesel boyuttaki sorunlarla baş edecek nitelikte olmalı. Yoksa gizli özneyi ya da bu üst aklı aşmak çok zor olabilir.
Yorum Yap