- 15.10.2014 00:00
PKK ve HDP'yi geride bırakıp çözüm sürecinde yola devam etmek mümkün mü? Sadece Kürtleri muhatap alarak süreci ilerletmenin imkânı var mı? Barışı geliştirirken çözüm süreci askıya alınabilir mi?
Çözüm sürecinin karşılaştığı her zorlukta akla ilk bu sorular geliyor. 2009'da başlayan demokratik açılım sürecini hatırlayalım; Oslo'da PKK yöneticileri ile yapılan müzakereler, İmralı'ya kaydırılarak önemli bir yol alındı. Habur'dan eve dönüşler başladı. Sınırdaki PKK şovu nedeniyle süreç yavaşladı; PKK'nın 14 Temmuz 2011'deki Silvan pususu ile BDP'nin Diyarbakır'da toplanarak özerklik ilan etmesi, demokratik açılım sürecinin de sonunu getirdi. PKK'nın kanlı eylemleri ve Kürt siyasi hareketinin sorumsuz çıkışları, hükümeti ve toplumu başka bir yol arayışına itti. PKK ve Kürt siyasi hareketini geride bırakarak yola devam edilmesi yönündeki görüş baskın çıktı. Çözüm süreci başlayana dek bu eğilim Ankara'ya hâkim oldu. "PKK'yla savaş, BDP ile siyasi ve hukuki mücadele" anlayışıyla kimi sonuçlar alınsa bile Türkiye'nin bu en köklü meselesinin çözümünde mesafe kaydedilemedi. Çözüm süreci, açmazın görülmesi, tespit edilmesi üzerine başladı. İmralı ile tekrar başlayan görüşmelerde önemli gelişmeler sağlandı. İki yıldır neredeyse tek bir kurşun atılmadı. Türkiye barış ve huzur içinde geçirdi bu süreyi.
Fakat bu olumlu gelişmeye rağmen tekrar aynı noktaya geldik. Yine Kandil ve HDP, bu kez Kobani bahanesi üzerinden çözüm sürecini sabote etmeye kalktı. KCK ve HDP'nin ayaklanma çağrısı üzerine 36 insanımız vahşice katledildi. PKK yeniden silaha sarıldı. Tunceli ve Hakkari'de karakollara (taciz niteliğinde) saldırdı.
Bu gelişmeler Türkiye'yi yine aynı ikileme sürükledi; çözüm sürecini PKK ve HDP'siz sürdürelim! PKK ve HDP'yi muhatap olarak almayalım, yolumuza devam edelim! HDP ve Kandil'in son aylardaki performansı üzerine kamuoyunda bu yönde güçlü bir algı oluştu. Entelektüeller arasında da benzer bir eğilim ortaya çıktı. PKK ve HDP'ye baktıkça çözüme devam edilemeyeceğini düşünüyorlar ama barıştan da vazgeçilemeyeceği gibi yola devam edilmesinden yanalar. Bu çelişik durum biraz da PKK ve Kürt meselesinin fazlasıyla iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu çelişkiden kurtulmanın sihirli bir formülü de yok. Çünkü uğraştığımız sorunun asıl niteliği bu; PKK ve HDP, Kürt meselesinin siyasi temsilciliğini -şiddet zoruyla da olsa- egemenliği altına almış durumda. Burada "Onlarla ya da onlarsız çözüm süreci ilerler" demek zor. İşin doğrusu şu ki çözüm süreci ya ilerler ya ilerlemez, barış ya olur ya olmaz.
PKK ve Kürt siyasi hareketini göz ardı eden veya tümden devre dışı bırakan bir çözüm modeli gerçeklikten biraz uzak bir seçenek olarak önümüzde duruyor. Türkiye için de hayırlı sonuçlar doğurmaz. Ancak PKK ve HDP'nin mevcut yapısıyla da çözüm sürecinin her gün yeni bir sorunla, sürprizle karşılaşması da muhtemel. Kobani olaylarını "provokasyon" olarak niteleyen örgüt lideri konumundaki Abdullah Öcalan'ın rolü burada bir kez daha öne çıkıyor. Lideri olduğu hareketi kendisiyle uyumlu çalışacak bir noktaya getirmek zorundadır. Çözüm sürecinin devam etmesi Öcalan ile örgütü arasında bir uyumun yakalanmasına bağlı. Kobani provokasyonu nedeniyle Kürt hareketini gözden çıkarıp çözüm sürecini tek taraflı sürdürme yerine -ki bu sürecin tek taraflı yürüme olanağı söz konusu değil, böyle bir seçenek kesinlikle yok- Öcalan ile örgüt arasında uyumun yeniden sağlanıp sağlanmayacağına bakılmalıdır. Kandil ve HDP silahlara yeniden sarılırsa kuşkusuz sürecin bitmesini Öcalan bile engelleyemez. Böyle bir durumda ona ihtiyaç da kalmaz.
Süreç büyük bir sabır ve tahammül gerektiriyor ki, zaten sürecin zorluğu buradan kaynaklanıyor. Bölge devletleri, hatta Batılı ülkeler de artık bu oyuna bir şekilde dahil olmaya çalışıyor. Çözüm sürecine dışarıdan ciddi bir basınç yapılıyor. Kandil'in süreci bozma ve faturayı da hükümete çıkarma kurnazlığının arkasında da dış güçlerin teşviki, baskısı ve tehdidi bulunuyor.
Fakat hükümetin bu tuzağa düşmeden çözüm sürecinde eskisinden daha da hızlanarak yola devam edeceğini düşünüyorum. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, gerekse Başbakan Davutoğlu'nun açıklamaları bu yönde. Çözümün angajman kuralları kuşkusuz yeniden gözden geçirilecektir ki, örgütün karakollara yönelik saldırısının ardından savaş uçaklarının sınır ötesine hareket yapması da bunu gösteriyor. Silaha sarılana asla tolerans gösterilmez. Fakat bu meselenin çözümünde "barış ayrı, çözüm ayrı" değil; "barışı geliştirip çözümü yavaşlatmak" da mümkün değil. Çözüm süreci, provokasyon ve engellerle karşılaşsa bile bunu tamir ederek yoluna devam etmek zorundadır. Ankara'nın da bu kararlılıkta olduğunu görüyorum.
Yorum Yap