- 1.10.2014 00:00
Kobani ziyaretinin ardından kameraların karşısına geçen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, kentin IŞİD tarafından kuşatıldığını ve sivillerin katliam tehdidi altında olduğunu belirterek, hükümeti "terörle ortak mücadele etmeye" çağırdı. Kulağa biraz tuhaf gelse de bu ifadeler (HDP'nin terörist örgüt faaliyetlerinden şikâyet eder noktaya gelmesi), Türkiye'nin ve bölgenin son birkaç yılda ne kadar büyük bir hızla değiştiğini gösteriyor.
HDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın "terörle ortak mücadele" davetinde sorunlu bir yan görmüyorum; son derece doğru ve yerinde bir çağrı. Ama kabul edelim ki bu çağrı, Kürt siyaseti için şaşkınlık verici bir değişimi de yansıtıyor. "Biz her zaman teröre karşıydık" diye itiraz edenler elbet çıkabilir; ama gerçek şu ki, PKK'nın Güneydoğu'da gerçekleştirdiği sivil katliamlara bugüne kadar tek bir BDP'li yüksek sesle itiraz edemedi, aksine "devrimci şiddet" veya "ezilen ulusların meşru şiddeti" diyerek meşruiyet uydurmaya çalıştı. Geçmişi deşmenin bir anlamı yok; ne devlet kaynaklı terörün, ne de örgüt kaynaklı terörün savunulacak, sahiplenilecek bir yanı var. Şiddet Türklere de, Kürtlere de, bu topraklarda yaşayan her kesimden insana acıdan, ölümden, gözyaşından başka bir şey vermedi. Çözüm süreci, 30 yıldır yaşadığımız o korkunç şiddeti ortadan kaldırarak siyasette yeni bir sayfa açılmasını sağladı.
Ancak Kobani'deki gelişmeler üzerine yine eski günlerde olduğu gibi silaha sarılma ve şiddeti geliştirme hevesi içinde olanlar var. Tehlikeli olan budur. Silahların yeniden konuşmaya başlaması Türkiye'de yeni bir terör dönemine kapı aralar. Kandil'den ilk günlerde yükselen tehditlerin yerini daha sağduyulu açıklamalara bıraktığı görülüyor. "Terörle ortak mücadele" çağrısını da bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Kürt hareketi tehdidi bırakıp konuşmaya başladığında yükselen gerilim de yerini yakınlaşmaya, diyaloğa, çözüm önerilerini müzakere etmeye bırakıyor. Salih Müslim ve KCK'dan gelen "Batı ile işbirliğine hazırız" açıklamaları geç de olsa kendi hatalarını görmeye başladıklarına işaret ediyor. PYD'nin Rojava'da yalnız kalmasının sebebi Türkiye değildi. Rojava'daki katliamdan da Türkiye sorumlu değil. Başbakan Ahmet Davutoğlu, PYD lideri Salih Müslim'e götürdüğü teklifi kamuoyuna açıkladı. ABD'nin, Batı'nın, Özgür Suriye Ordusu'nun, Kürdistan Yönetimi'nin asgari beklentilerinin üzerinde/dışında Türkiye'nin PYD'den bir beklentisi yok. Suriye'de dünyayla ortak hareket etmeleri isteniyor. Bu en çok da Kürtlerin yararına. IŞİD katliamı karşısında Rojava'nın savunmasız kalmasının tek sorumlusu Batı'yı, Türkiye'yi, Kürdistan Yönetimi'ni dışlayarak yanlış strateji kuran, hatalı tercihler yapan PYD'dir. Çözüm sürecini bitirme tehdidi, Rojava'daki yanlışı sürdürmekten başka bir anlama gelmez. Kürt hareketinin savurduğu tehditlere rağmen bu yanlışı kavradığını düşünüyorum. Umarım yanılmam. Şimdi bu yanlışı düzeltmenin, tarihin karşımıza çıkardığı bu sorunu Türklerin ve Kürtlerin yararına çözmenin zamanıdır.
Yorum Yap